Academic literature on the topic 'Değerli taşlar'

Özellikle 2000’li yılların başlarından itibaren başta gelişmiş Avrupa ülkeleri olmak üzere çoğu ülke motorlu taşıtlar vergisinde (MTV’de), taşıtların karbondioksit yayılımına, yakıt türüne ve tüketimine dayalı bir vergi sistemi uygulamaktadır. Bu şekilde çevreye zararlı taşıtlardan daha fazla vergi alınması, buna karşın çevre dostu taşıtların ise daha az vergilendirilmesi sağlanmaktadır. Türkiye’de ise bu ülkelerin aksine motorlu taşıtlar vergisi özel bir servet vergisi olarak kabul edilmekte, araçların yaşı, motor hacmi gibi fiziki özellikleri ve Katma Değer Vergisi (KDV) hariç satış değeri esas alınarak bir vergilendirme yolu tercih edilmektedir. Bu çalışmada, diğer ülke uygulamaları da dikkate alınarak, Türkiye’de motorlu taşıtların vergilendirilmesinde çevresel faktörlerin dikkate alınmasının önemi üzerinde durulacaktır. Bu kapsamda öncelikle, motorlu taşıtlar vergisinin çevre vergisi olarak uygulanabilirliğinin önemi üzerinde durulacak ve OECD ülkelerindeki uygulamalar incelenecektir. Sonraki bölümde, Türkiye’de uygulanan motorlu taşıtlar vergisi, çevreye duyarlılığı bakımından diğer ülkelerdeki uygulamalar da dikkate alınarak değerlendirilecek ve daha sonra Türkiye’de motorlu taşıtlar vergisinin yeniden ele alınmasına yönelik yapılan çalışmalar incelenecektir.

Spor, sadece fiziksel bir aktivite olarak sınırlı kalmayıp, aynı zamanda karakter gelişimi ve sporcu kimliğinin inşası için güçlü bir araç olarak hizmet eder. Sporun bu etkileri, sporcuların yaşamları boyunca taşıdıkları değerleri, tutumları ve davranışlarını şekillendirmelerine imkân sağlar. Sporcu kimliği, bu bağlamda büyük bir öneme sahiptir. Bireylerin kendilerini sporcu olarak tanımlamaları ve bu kimliği benimsemeleri, sporun sadece fiziksel bir etkinlik olmanın ötesinde bir anlam taşır.
 Sporcu kimliği oluşturulurken, bireyler sporun kendilerine kazandırdığı değerleri ve deneyimleri içselleştirirler. Bu kimlik, sporcuların hedeflerine ulaşmalarına, topluluklarına aidiyet duygusu geliştirmelerine ve sporun getirdiği değerleri benimsemelerine olanak sağlar. Bu nedenle, bu bölümde sporun karakter gelişimine ve sporcu kimliğinin oluşumuna olan etkisi üzerine odaklanılmıştır.

Sporcu sağlığı, yalnızca fiziksel dayanıklılık ve performansla sınırlı olmayan, zihinsel ve duygusal faktörleri de kapsayan bütüncül bir kavramdır. Psikolojik dayanıklılık, sporcuların stres, baskı ve zorlu koşullarla başa çıkma yeteneklerini ifade eder. Bu yetenek, sporcularda hem bireysel başarıyı artırır hem de takım sporlarında uyumu güçlendirir. Mental sağlık, sporcularda motivasyonun, odaklanmanın ve özgüvenin sürdürülebilirliği açısından kritik öneme sahiptir. Sporcuların fiziksel performanslarının yanı sıra zihinsel ve duygusal sağlıkları da büyük önem taşır. Psikolojik dayanıklılık, sporcuların baskı ve zorluklarla başa çıkmasını, mental sağlık ise motivasyonlarını, odaklanmalarını ve genel mutluluklarını destekler. Bu konu, sporcuların sadece performanslarını değil, aynı zamanda spor yaşamlarının sürdürülebilirliğini de etkiler. Mental sağlık sorunları, sporcularda tükenmişlik, stres ve kaygıya yol açarak performans düşüşüne ve hayat kalitesinde azalmaya neden olabilir. Psikolojik dayanıklılığı güçlendirmek ve mental sağlığı korumak, sporcuların hem başarılarına hem de genel yaşam dengelerine katkı sağlar. Bu nedenle, sporcu sağlığı üzerinde durulması gereken temel bir konudur. Sonuç olarak, sporcuların zihinsel ve duygusal sağlıklarının korunması, uzun vadeli başarı ve mutlulukları için hayati önem taşır. Bu alanda yapılacak çalışmalar, hem bireysel gelişim hem de sporun toplumsal etkisi açısından değerli katkılar sunar.

Streptokoklar ve stafilokoklar gram pozitif kokların ana gruplarını oluşturur. Stafilokoklar katalaz pozitiftir. Streptokoklar ise katalaz negatiftir. Mikroskop altında zincir benzeri düzenleriyle tanınır. Klinik açıdan önemli cinsler arasında Streptococcus ve Enterococcus bulunur. Streptokokların bazıları normal mikrobiyal florada bulunur ve zararsızdır, ancak diğerleri patojenik özellikler taşır ve ciddi enfeksiyonlara yol açabilir. Bu bölümde, Streptokokların morfolojisini, sınıflandırmasını ve oluşturdukları hastalıkları detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Bu organizma grubunun sebep olduğu hastalıklar arasında, A grubu streptokoklar (Streptococcus pyogenes) ile boğaz ve cilt akut enfeksiyonları; B grubu streptokoklar (Streptococcus agalactiae) ile neonatal sepsise neden olan kadın genital sistem kolonizasyonu; Streptococcus pneumoniae ile pnömoni, orta kulak iltihabı ve menenjit; ve viridans grubu streptokoklar ile oluşan endokardit bulunur. Ayrıca, bu bakterilerin patojenik mekanizmalarını, klinik önemini ve mikrobiyolojik olarak benzersiz özelliklerini, tanı teknikleri ve tedavi yöntemlerini ele alacağız. Bölümü tamamladığımızda, Streptokokların sağlık ve hastalık üzerindeki rolünü daha iyi kavrayacak, bu bakterilerin enfeksiyonlara nasıl yol açtığını, bu enfeksiyonların nasıl teşhis edilip tedavi edildiğini öğrenmiş olacaksınız. Streptokokların çeşitli hastalıklardaki etkilerini ve klinik açıdan neden bu kadar önemli olduklarını daha iyi anlayacaksınız. Bu genel bakış, mikrobiyolojinin en ilgi çekici ve kritik bakteri gruplarından biri hakkında size kapsamlı ve değerli bilgiler sunacaktır

Leibniz kişinin zamanın her anında özdeşliğinin bilincinin tözsel olarak ruhun özdeşliğini gerektirdiğini savunur. Bunun aksine Kant ise bilinç temeli üzerine kişi özdeşliğinin ruhun zamanda özdeşliğini gerektirdiğine dair çıkarsamayı mantıksal bakımdan yanlış olarak niteler. Bir çıkarımın mantıksal olarak yanlış olmasının nedeni ise orta terimin öncüllerde farklı anlamda kullanılmasıdır. Bununla birlikte kişilik çıkarımında orta terimin bu şekilde bir kullanımı görülmez. Dahası Kant ruhun özdeşliğine karşı üç argüman ileri sürer. Birincisi, zamanda özdeşliğime dair bilincimin benim zamana dair bilincim ile aynı olmasıdır. İkincisi, ruhun özdeşliğinin dışarıdan bir kimse tarafından empirik olarak bilinemeyecek olmasıdır. Üçüncüsü ise bilincimin birbirinden farklı tözler tarafından taşınabilmesinin mümkün olmasıdır. Buna göre Kant bir töz olarak ruhun özdeşliğinin bilinemeyeceği sonucunu çıkarır. Bununla birlikte Kant’ın argümanları, ben bilincimin ait olduğu tözün özdeşliğini reddetmek için yeterli görünmez. Çünkü bizim kendimizin özdeş olduğumuza dair bir bilincimiz bulunur, bu bilinç sadece bir düşünce olmaktan daha çok bilgi değeri taşır ve dahası özdeş olmayan tözlerin özdeşlik bilincine sahip olması beklenmez.

Diş hekimliği uzmanları, diş ve çene kemiğindeki tüm normal anatomik yapıları, intraoral, panoramik ve diğer ekstraoral radyografilerde görülebilecek radyografileri yorumlayabilmek için çekim teknikleri hakkında bilgi sahibi olmalıdır. Ayrıca, diş hekimi radyografik form ve yoğunluktaki sapmaları normal yapılardan ayırt edebilmelidir. Bu nedenle, radyografik görüntülerin kaliteli elde edilebilmesi için, panoramik radyografi tekniğinin pozisyon tekniğinden ışınlama faktörlerine kadar tüm detaylarıyla bilinmesi gerekir. Panoramik görüntüleme, genellikle 14 veya daha fazla periapikal projeksiyondan oluşan tüm ağız (full mouth) serisinden daha düşük dozla, daha iyi bir görüntü sağlar. Panoramik görüntüler, özellikle en ileri vakalarda periodontal hastalığın tanısında bir miktar değer taşır. Ancak panoramik projeksiyonlar yalnızca intraoral projeksiyonlar alınamadığında kullanılmalıdır, çünkü panoramik görüntüler, özellikle hastalığın erken evrelerinde periodontal hastalığı değerlendirmek için gereken ayrıntı ve tanımlamaya sahip değildir.

Ortaöğretimde okutulmakta olan tarih dersi, öğrencilere kültür ortamlarının ve medeniyetlerin farklılığı bilincini kazandırmak, öğrenilen fikirleri sorgulamak, görecelik kavramını kavramak, eleştiri becerisini kazanmak ve farklı kültürler bünyesinde evrenseli yakalama becerilerini geliştirmek gibi amaçlarla okutulmaktadır. Dersin işlenişinde kullanılan görsel materyaller bu amaçların olabilmesini sağlayan değişkenlerden biridir. Görsel materyallerin tarih araştırmalarında ve tarih öğretiminde önemli bir yeri vardır. Öğretimi ilginç ve etkili bir biçime dönüştüren görsel materyaller şu şekilde sıralanabilir: Resimler ve fotoğraflar, minyatürler, gravürler, karikatürler, haritalar, grafikler ve zaman şeritleri. Bu çalışmada, Ankara Merkez ve Yozgat Akdağmadeni taşra ortaöğretim kurumları olmak üzere deneysel uygulama sonrasında öğrencilerin tarih dersine yönelik tutum ve değerleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Nicel araştırma yöntemli olan bu çalışmada deney ve kontrol gruplu deneme deseni uygulanmıştır. Deney grubunda ilgili konular tarihsel dokümanlar kullanılarak öğrenci merkezli yaklaşımla işlenirken, kontrol grubunda ise konular deney grubunda gösterilen materyallerin düz anlatımı yapılarak işlenmiştir. Uygulama süresince de deney grubuna görsel materyallerden oluşan dokümanlar kullanılarak ders işlenmiştir. Uygulama süreci sonunda ise deney ve kontrol grubuna “Tarih Dersi Tutum Ölçeği” uygulanmıştır. Ölçeğe verilen cevaplar SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 21.0 programında değerlendirilmiştir. Tutum ölçeğindeki 20 maddenin güvenirliği alpha=0.909 olarak çok yüksek bulunmuştur. Yapılan Barlett testi sonucunda (p=0.000<0.05) faktör analizine alınan değişkenler arasında ilişkinin olduğu tespit edilmiştir. Yapılan test sonucunda (KMO=0.896>0,60) örnek büyüklüğünün faktör analizi uygulanması için yeterli olduğu tespit edilmiştir. Faktör analizi sonucunda değişkenler toplam açıklanan varyansı %59.893 olan 4 faktör altında toplanmıştır. Ölçekte 20 maddeden oluşmuş ve Likert tipi şeklinde hazırlanmıştır. Araştırmada kullanılan likert ölçek kişilerin verilen önermelerle ilgili görüşlerini belirlemesi için çok olumludan çok olumsuza kadar sıralanmıştır. Ölçek genel puanı ve faktör (boyut) puanları 5.00-1.00=4.00 puanlık bir genişliğe dağılmaktadır. Tutum ölçeği sonuçlarına göre deney grubu öğrenci tutumları daha olumludur. Taşra ve merkezde deney grubu öğrencilerinin tarih dersine yönelik tutumları benzerlik göstermektedir. Deney gruplarında taşra ve merkezde ki öğrenci tutumu kontrol grubu öğrenci tutumuna göre daha olumludur. Taşradaki deney ve kontrol grubu öğrencilerinin tutumları benzerlik göstermesine karşın merkezde bu durum deney grubu lehinedir.

Bireysel tercihlerin sonucu gibi görünse de evlilik bütünüyle toplumsal bir olgudur. Tarihsel süreçte pek çok değişkene bağlı olarak çeşitli biçimlerde ve çeşitli uygulamalarla şekillenen evlilik, aile kurumunun da temeli kabul edilir. Evlilik geçmişten bugüne insan varlığının sürdürülmesinin güvencesi olarak görülmüştür. Hukuki, dini ve toplumsal olarak kadın ve erkeğin birlikteliğinin onayı anlamına da gelen evlilik aynı zamanda akrabalık ilişkilerini de içeren çok yönlü bir süreçtir. Evlilik bağı ile kurulan ilişkiler bireyleri yeni bir akrabalık sistemine dâhil eder. Böylece evlilik bir anlamda yeni sosyal ittifakların oluşması demektir. Her toplumun kendine özgü sosyal ve kültürel değerleri içerisinde anlam kazanan evlilik bu yönüyle sadece kadın ve erkeğin yaşamını değil aynı zamanda toplumsal yapıyı de etkilemektedir. Bireylerin yetişkinliğe geçişinin de temel dinamiklerinden biri olarak görülen evlilik, yeni toplumsal rolleri ve sorumlulukları da beraberinde getirir. Kadın ve erkek birlikteliğinin aile kurumu aracılığı ile tanınması, evliliği toplumun sürdürülmesinde önemli bir konuma taşır. Günümüzde birçok tartışmanın da merkezinde yer alan bu olgu, değişen toplumsal koşulların ve dinamiklerin etkisi ile farklı şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada da evliliğin toplumsal yönünden hareketle bir evlilik türü olan homogami evliliğe dair teorik bir çerçeve çizilmiştir.

Milli Teknoloji Hamlesi, Türkiye’nin teknolojik ve ekonomik bağımsızlığını temin etmek adına tanımlanmış ülkemizin ihtiyaç duyduğu teknoloji ve yenilikçilikte rekabet edebilmesinin bir adımı olarak son on beş yılda ortaya konulmuştur. Milli Teknoloji Hamlesi’nin yapı taşları beş temel bileşenden oluşmakta ve yüksek eğitim kurumlarımız ile birlikte “Yüksek Teknoloji ve İnovasyon”, “Dijital Dönüşüm ve Sanayi Hamlesi”, “Girişimcilik”, “Beşerî Sermaye” ve “Altyapı” esaslarına göre ihtiyaç duyulan rekabetçiliği canlandırmak üzere yürütülmektedir. Etkin ve verimli öncül programlar kapsamında yerinde Ar-Ge, konu odaklı geliştirme ve ürünleştirme çalışmaları ile yeni teknolojilerin üretimi konusunda özel sektöre öncülük eden ve koordineli çalışan bir yapı kurulmuştur. Milli Teknoloji Hamlesi âdeta bir milli mücadele olarak tanımlanmakta, ülkemizi teknoloji ve sanayi alanında küresel bir aktör haline getirmek için başta araştırma üniversiteleri olmak üzere kapsamlı bir çalışma yürütülmektedir. Kritik teknolojileri yerli ve milli olarak geliştirmek, yüksek teknoloji alanlarında rekabetçi araştırma, geliştirme, ürün ve hizmetler sunmak, özgün ve yenilikçi üretimle küresel değer zincirlerindeki payımızı artırmak Milli Teknoloji Hamlesi’nin ana hedefleri arasında yer almaktadır. Yetişmiş insan gücünün ve altyapı kullanımlarının artırılması, girişim ekosisteminin genişletilmesi, disiplinlerarası katılımcı paydaşların bu ekosistemdeki varlıkları teknolojinin ve refahın bağımsız hale getirilmesi için uzun soluklu bir seferberlik sürecinin başlangıcı durumundadır. Türkiye’nin uluslararası alanda öncü olabilecek Ar-Ge altyapısı, yetişmiş insan gücü, yenilikçi iş modelleri, ürünler ve hizmetler çıkarabilmesi güçlü bir yükseköğretim ve girişimcilik ekosistemine sahip olmasına bağlıdır. Araştırmacılarımız ve girişimcilerimizin küresel gelişimi iyi okuyabilmeleri Türkiye’nin uluslararası pazarlara açılmasını sağlayacak ve böylece Türkiye gelecekte daha güçlü bir yapıya güçlü üniversiteleri aracılığı ile ulaşacaktır.

Cinsiyet gelişimi bozuklukları veya farklılıkları (CGB) olan gençlerin ailelerinin ruhsal destek ihtiyaçları büyük önem taşır. Bu durum, çocukların ve ailenin yaşam kalitesini etkileyebilen özel fiziksel ve ruhsal gereksinimlerle ilişkilidir. Tanı aşamasında, ailelerin belirsizlik ve testlerle ilgili kaygıları ele alınmalı, psikososyal destek sağlanmalı ve kültürel faktörler dikkate alınarak duyarlı bir yaklaşım benimsenmelidir. Araştırmalar, CGB ile başa çıkma sürecinde ailelere gereken psikolojik destek sağlanmadığını ve ebeveynlerin bilgi eksikliği nedeniyle endişe duyduklarını gösteriyor. Burada doktorların, özellikle tedavi aşamasında karmaşık bilgileri ailelere aktarırken ailelerin zorlanabileceklerini anlamaları önemlidir. Malouf ve diğerleri tarafından geliştirilen ortak karar verme modeli, sağlık çalışanları ve aileler arasında bilgi paylaşımını ve karşılıklı anlayışı vurgular. Altı aşamalı bir model olarak, uygun ekip oluşturma, bilgi paylaşımı, duyguları anlama, endişeleri ve değerleri tanımlama, seçenekleri belirleme ve karar verme sorumluluğunu paylaşma adımlarından oluşur. Bu model, sağlık çalışanlarının bilgilendirilmiş onamı sağlamasına yardımcı olurken ailelere de tüm seçenekleri içeren bilinçli bir karar verme süreci sunar. Ruh sağlığı uzmanları, ailelerin endişelerini anlama ve cerrahi tedavilerle ilgili duygularını netleştirme konusunda önemli bir rol oynar. Ayrıca, çocuklar veya ergenler tedavi sürecine katılmalı ve yaşlarına uygun bilgi sağlanmalıdır. Ailelerin destek alması gereken bir başka nokta, çocuklarıyla CGB hakkında nasıl konuşacaklarını ve çocukların sorularına nasıl cevap verebileceklerini öğrenmeleridir. Hekimlerin aileleri, çocuklarıyla yaşlarına uygun bir iletişim kurmaları için fizyolojik, anatomik ve duygusal açıdan bilgilendirmesi önemlidir. Örnek metinler ve rol oynamalar, aileleri farklı senaryolara hazırlayarak bu süreci kolaylaştırabilir. Ayrıca, çocukların sorması muhtemel soruların, CGB olmasa dahi normal gelişim sürecinde merak edilen konuları içerebileceğini bilmek, aileler için rahatlatıcı olabilir