To see the other types of publications on this topic, follow the link: Hint Dinleri.

Journal articles on the topic 'Hint Dinleri'

Create a spot-on reference in APA, MLA, Chicago, Harvard, and other styles

Select a source type:

Consult the top 28 journal articles for your research on the topic 'Hint Dinleri.'

Next to every source in the list of references, there is an 'Add to bibliography' button. Press on it, and we will generate automatically the bibliographic reference to the chosen work in the citation style you need: APA, MLA, Harvard, Chicago, Vancouver, etc.

You can also download the full text of the academic publication as pdf and read online its abstract whenever available in the metadata.

Browse journal articles on a wide variety of disciplines and organise your bibliography correctly.

1

AKMAZ, Gökhan. "Hint, Yunan, Sümer ve Türk Mitolojilerinde Tufan Mitinin Kültürel Bellek Açısından Önemi." Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 59, no. 2 (2019): 825. http://dx.doi.org/10.33171/dtcfjournal.2019.59.2.6.

Full text
Abstract:
Mitoloji tarihi dikkatlice incelendiğinde, neredeyse bütün kültürlerde eski düzeni alaşağı edip yeni bir düzen inşa ettiren tufan felâketlerine rastlanır. Tufan ile ilgili söylencelerde tanrısal güç veya güçlerden kaynaklanan bu felâketin sebebi olarak insanın günahkârlığı gösterilir. Burada ilgili dinlerde ve mitolojilerde su arındırıcı bir metafor olarak karşımıza çıkar: Hayat verdiği gibi son derece öldürücü de olabilmesi suyun mitolojik açıdan son derece ambivalan/ikircikli durumunu ortaya koyar. Tufan mitleri, karşılaştırmalı mitoloji ve dinler tarihi açısından bakıldığında daima geçiş dönemlerinin anlatılarıdır ve atlatılmış kıyametler olarak hikâye edilirler. Bu felâketi çok az sayıda 'iyi' insanın atlatabilmesi bütün dünya mitolojilerinde yaygın bir motiftir. Bu çalışmada Hint, Yunan, Sümer ve Türk menşeli tufan anlatıları ele alınırken bir anlamda tufan mitinin mizanseni veya ana omuru ortaya konulmaya çalışılacaktır. Tufan mitinin, ilgili toplulukların travmatik birer dönemlerine işaret ettiği ve tufan sonrası nesiller için birer geriye dönük kıyamet ve dolayısıyla uyarı anlamına geldiği söylenebilir. Bu mitler, bireysel düzeyde erginlenme ile ilgiliyken toplumsal düzeyde belirli dönemler arası geçişler ile ilgilidirler. Buna göre eski düzen yıkılırken yerine yeni bir düzen inşa edilmektedir: Günahkâr ve itaatsiz insanlar yok edilirken geriye yalnızca tanrı kelamına uyan, ahlâk lı ve dindar insanlar kurtulurlar.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
2

Dündar KARAHAN, Harun. "HİNT KÖKENLİ DİNLERDE VAHİY ANLAYIŞI." Journal of International Social Research 13, (13/72) Theology (2020): 952–59. http://dx.doi.org/10.17719/jisr.10841.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
3

Çardaklı, Nisa Nur, and Salih Sabri Yavuz. "Hakikat Arayışında Hint Düşüncesi ile İslam Tasavvufu." Rize İlahiyat Dergisi, no. 28 (April 20, 2025): 201–15. https://doi.org/10.32950/rid.1496803.

Full text
Abstract:
Tarihsel süreçte farklı coğrafyalarda ve farklı zaman dilimlerinde pek çok kütür ve medeniyet ortaya çıkmış olup, bu medeniyetler çeşitli konularda benzer ve farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunlardan belki de en önemlisi “Mutlak Hakikat” ve onu elde etme yollarıdır. Yapılan araştırmalarda toplumların “Mutlak Hakikat”i ifade ederken farklı kavramlar kullanmakla birlikte, onun elde edilmesi noktasında benzer yöntemler kullandıkları görülmüştür. Bu da kültür ve medeniyetler arasında bir etkileşim olup olmadığı, varsa bunun derecesi ve nasıl gerçekleştiği şeklindeki soruları beraberinde getirmiştir. Bu anlamda Hermes, Hint, İran ve Çin düşüncelerinin tasavvuf ilmi ile, Yunan, Hıristiyan ve Yahudi düşüncelerinin ise daha çok kelam ilmi ile benzer görüşlere sahip olduğunu dile getiren bazı çalışmalar mevcuttur. Bu makale ise Hint düşüncesi ve İslam tasavvufunun Mutlak hakikati elde etme noktasındaki yaklaşımlarını ve bu konudaki benzer yönlerinden hareketle birbirlerinden etkilendiği ya da tasavvufun Hint kökenli olduğu şeklindeki iddiaların haklılık payını ele almaktadır. Bunun için ilk olarak iki sistemin ortaya çıkış saikleri ve bu saiklerin benzer yönleri tespit edilmiş, sonrasında dünyaya yaklaşım ve münzevî bir hayatın gerekliliği, ahlakın önemi gibi konulardaki ortak görüşleri ele alınmıştır. Her iki sistemde üç temel bilgi kaynağı olan duyular, akıl ve haberin önemi ve kullanılışı incelenerek, bunların sadece dünyevi konularda geçerli olduğu tespit edilmiştir. Bu konuda Hint düşüncesinin yoga/meditasyon, tasavvufun ise seyr ü sülukü devreye sokarak Mutlak Hakikate dinî tecrübe yoluyla ulaşmaya çalıştığı görülmüştür. Birbirine benzer özellikler taşıyan bu iki yöntem ile bunlar sonucu meydana gelen mokşa/nirvana, fenâ ve mârifetullah anlayışı karşılaştırılmış, bunların öznel bir tecrübe olması ve başkasına olduğu gibi aktarılamaması noktasında benzer özelliklere sahip olduğuna, fakat mahiyet açısından oldukça farklı yönlerinin bulunduğuna işaret edilmiştir. Neticede bu benzerlikler üzerinden tasavvufun Hint kökenli olduğunu iddia etmenin mümkün olmadığı, fakat belirli oranlarda olumlu ya da olumsuz bir etkilenmenin bulunduğu ifade edilmiştir. Esasen dinler ya da kültür ve medeniyetler arası alış-veriş normal olup, İslam öncesi düşünce ve medeniyetlerin her biri İslam düşüncesine belirli oranlarda katkı sağlayıp ona yön vermiş, aynı şekilde İslam düşüncesi de diğer kültür ve medeniyetleri, düşünce sistemlerini etkilemiştir. Dolayısıyla tasavvuf ilminin temelinde Kur'ân ve sünnet yer alsa da gelişim dönemlerinde çeşitli görüş ve düşüncelerden etkilenmiş, bunları dönüştürüp kendine mal etmiştir. Ancak bu durum onun İslami ilim olduğu gerçeğini değiştirmemiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
4

Şahin, Can. "Lâle Müldür Şiirinin Mitolojik Kaynakları." Uluslararası Sosyal Bilimler Akademi Dergisi, no. 17 (March 25, 2025): 208–36. https://doi.org/10.47994/usbad.1643882.

Full text
Abstract:
Tanrı, yarı tanrı veya üstün varlıklarla ilgili hikâyeler olarak tanımlanan mitoloji, sanatın en önemli kaynaklarındandır ve sanatın çeşitli türlerine zengin malzemeler sunar. Mitolojik tema ve kahramanlar şiirsel anlatımın derinliğini arttırır ve okuyucuya farklı anlam katmanları sunar. Özgün üslûbu ve yoğun imgesel kullanımlarıyla 1980 sonrası Türk şiirine önemli yenilikler getiren Lâle Müldür’ün şiirlerinde mitolojik hikâyeler, kahramanlar, kavramlar ve semboller geniş yer tutar. Müldür, çeşitli mitolojilerden edindiği kelime ve kavramları şiirlerinde çoğunlukla postmodern bir söylem içerisinde kullanır. Müldür’ün şiirlerinde Yunan, Hint, Mısır ve Türk mitolojisine ait kahramanlar, karakterler, hikâyeler, kavram ya da semboller ilahi dinlerle harmanlanarak sunulur. Şiirleri çok anlamlılığa ve çok sesliliğe imkân tanıyan Müldür, mitolojik unsurları metinlerarasılık yoluyla şiirine katarak derin anlam katmanları oluşturacak zengin bir malzeme haline getirir. Mitolojik unsurlara yaptığı göndermelerle şiirinin anlam dünyasını alabildiğine genişletir ve derinleştirir. Bu çalışmada Müldür’ün Sarartı/Safran, Güneş Tutulması 1999, Ultra-Zone’da Ultrason, Uzak Fırtına, Kuzey Defterleri, Kadınesk adlı şiir kitaplarında yer alan şiirleri mitolojik unsurlar yönüyle incelenmiş ve şiirlerinin mitolojik kaynakları tespit edilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
5

Öcalmış, Elif. "MUHAMMEDİ BEGÜM EDİTÖRLÜĞÜNDE BİR RİSALE: TEHZİB-İ NİSVAN." Doğu Dilleri Dergisi 10, no. 1 (2025): 33–46. https://doi.org/10.61134/audodilder.1659910.

Full text
Abstract:
Hint Alt Kıtasında erkek egemen toplumun var olması sebebiyle kadınlar baskı ve sosyal eşitsizlikle mücadele etmek zorunda kalmıştır. Sosyal eşitsizlik ve kadın hakları ile ilgili düşüncelerin dışa vurumu bağımsızlık sonrası dönemde ortaya çıkan eserlere yansımıştır. Urdu edebiyatı, 19. yüzyılda Hindu ve Müslümanların kendi dinlerini, inançlarını, ananelerini, eşitsizliğe tepkilerini özgün bir şekilde dile getirip eserlerinde konu edinmeye başlayınca farklı bir boyut kazanmıştır. Nezir Ahmed, Raşid-ul Hayri ve Prem Çand gibi dönemlerinin önemli erkek yazarları öykülerinde kadınların toplumdaki yerine değinmiş ve onların yaşadıkları zorluklara dikkat çekmeye çalışmış ve kadınları cesaretlendirmek için çaba göstermişlerdir. Kadınların duygularını yazılı olarak ifade etmeleri de bu döneme denk gelir. Dönemin en etkili ve hızlı ulaşılabilir yazılı kaynakları ise risaleler olmuştur. Bir kadının dünyasında var olan tüm konuları kapsayan ve bu özelliği ile öncü çalışmalardan biri olarak kabul gören Tehzib-i Nisvan, 1898-1948 yılları arasında haftalık yayınlanan bir risaledir. Seyid Mümtaz Ali’nin öncülüğünde yayınlanan Tehzib-i Nisvan için Mümtaz Ali’nin eşi Muhammedi Begüm editörlük yapmıştır. İlk kadın romancı olarak bilinen Muhammedi Begüm, bu görev ile ilk kadın editör olarak da anılmaktadır. Bu risaleler, ele aldığı konular bakımından yayınlandığı dönem hakkında okuyuculara fikir vermektedir. Çalışmamızda, ilk kadın editör Muhammedi Begüm’ün editörlüğünde kadınların hayatın her alanda kendini geliştirmesine yönelik hazırlanan Tehzib-i Nisvan, nitel veri yöntemlerinden doküman analizi metodu yöntemiyle genel bir çerçevede değerlendirilmiş ve Muhammedi Begüm’ün editörlüğünü yaptığı 1905 yılı Ocak ayının 3. sayısı şekil ve içerik bağlamında incelenmiştir. İncelenen örnek sayının, risalenin yayınlanış amaçlarına uygun bir şekilde hazırlanmış olduğu tespit edilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
6

Hayta, Hayrunnisa. "İşrâkî ve Sâbiî Ontolojide Düalizm Temelli Varlık Anlayışı." Tetkik, no. 7 (March 28, 2025): 97–117. https://doi.org/10.55709/tetkik.1591780.

Full text
Abstract:
Düşünce dünyasında hemen her düşünce ekolü kendinden önceki kültür ve medeniyetlerden ve onların ortaya koyduğu fikirlerden etkilenmiştir. Bu durum İslam felsefe geleneği için de söz konusudur. Dolayısıyla ele alınması gereken geleneklerden biri de Şihâbüddîn es-Sühreverdî (öl. 587/1191) tarafından kurulmuş olan İşrâkî felsefedir. İşrâkî felsefe, eklektik ve daha çok sezgisel bir düşünce tarzına dayalı olarak kadim dönemlerin felsefi ve mistik akımlarından beslenmiştir. Sühreverdî, doğu ve batı düşüncelerinden gelen farklı geleneklere ait tüm kadîm hikmeti kaynakları arasında göstermiş ve kendisini de bu ebedi hikmetin vârisi olarak görmüştür. Bu bağlamda Sühreverdî’nin işrâk felsefesi irfâni olarak ilâhî bilgilere ve Tasavvufa, nazari olarak Yeni Eflatunculuğa ve Meşşâiliğe, kültür olarak Zerdüştilik ve eski Fars dinlerine ve keşfi hikmet olarak da Hermetizm’e kadar gittiği ileri sürülmektedir. Fakat bunların yanı sıra bu felsefenin doğuşuna etki eden Sâbiîlik ve Hint metafiziği gibi başka kaynakların da bulunduğu söylenebilir. Biz bu araştırmada İşrâkiliğin ve onun felsefesine etki ettiğini düşündüğümüz Sâbiîliğin ontoloji tasavvurları kapsamında düalizm anlayışlarını kıyaslayacağız. Çalışmada Sühreverdî’nin varlık tasavvuru ve asli itibari ile ilâhî bir din olmakla beraber zamanla dinî, felsefî, siyasî tesirler altında kalarak farklı formlarda bugüne kadar gelmiş olan Sâbiî inancının ontolojisi, her iki geleneğin düalizm anlayışları bağlamında karşılaştırmalı olarak açıklanmıştır. Varlık felsefesi açısından düalizm düşüncesinin Sâbiîlik ve Sühreverdî’nin İşrâk felsefesindeki karşılığı ele alınmış ve her iki gelenekte yer alan benzerlik ve farklılıklara yer verilmiştir. Araştırmada hem İslâmi hemde modern dönem kaynaklardaki Sâbiîlik ile İşrâkiliğin düalizme benzer yorumlar getirdikleri sonucuna ulaşılmıştır. İşrâkilikte nur-zulmet ve Sâbiîlikte ışık-karanlık şeklinde beliren varlık tasavvurlarının her iki sistemin bütün felsefesini formüle ettiğini söyleyebiliriz.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
7

BOZKALE, Lütfi. "The Place and Importance of Dalāʾil al-Nubuwwa in the Context of the Defense of Prophethood". Kader 21, № 2 (2023): 795–825. http://dx.doi.org/10.18317/kaderdergi.1365051.

Full text
Abstract:
İnsanın yaratıcısı ile kurduğu inanç bağlarından biri de peygamber vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Çağımıza yansıyan boyutlarıyla entelektüel düzeyde tartışılan nübüvvet karşıtlığı alanındaki problemler ciddi bir inanç sorununa tekabül etmektedir. Tevhide dayalı inanç sisteminde nübüvvetle bilinen akāid ilkeleri Allah’a, nübüvvete ve ahirete iman şeklinde temellendirilmiştir. İnanç dünyamızı düzenleyen ve akılla da imkânı kabul edilen bu üç prensibin detayları, bize Allah tarafından nebiler aracılığı ile bildirilen bilgilerdir. Bu eksende tek Tanrılı dinlerin teolojisi nübüvvetin belirlediği çerçeveyle ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak nübüvvet dinin çıkış noktası olarak, Allah ve ahiret inancı hakkındaki bilgileri elde etmede en sahih ve sağlıklı yol olarak karşımıza çıkmaktadır. Tarihi izlekte görülen şekliyle din karşıtı çevre ve felsefelerde nübüvvet karşıtı bir duruş gözlemlenmiştir. İslâm fetihleri sonucunda elde edilen topraklarda yaşayan İran kökenli senevî geleneklerde ve onların etkilendiği Hint kökenli Berâhime ve Budist inanç çevrelerinde görülen nübüvvet karşıtı bu tutum İslâm toplumunda ciddi tartışmalara yol açmıştır. İslâm âlimlerinin, heretik mülhidler olarak tanımladıkları söylem çevreleri, salt akla dayanarak vahiy karşıtı iddialarda bulunmuştur. Bunlara karşı savunu eserleri yazan ulemâ; aklın, vahyin ve duyuların delaleti ile cevap üretmişlerdir. Bilgisel içerikleri ile dikkat çeken bu eserlerde peygamberlik, Hz. Muhammed özelinde tarihi ve geleneksel delillerle savunulmuş her iki yön Kur’ân’daki ayetlerle de teyit edilmiştir. Özellikle erken dönem savunu eserlerinde görülen Ehl-i kitap mensuplarının kabul ettiği geleneksel peygamberlik delilleri üzerinden yürütülen bu muhteva nübüvvetin temel argümanı “Hucec ve A‘lâm” delilleri olarak ilk teliflerde yer almıştır. Müslüman düşüncesinde klasik döneme kadar yazılan elçiliği ispat eserlerini muhteva açısından iki grupta ele aldık Bunların ilki: Peygamberliği sadece geleneksel deliller üzerinden elçinin elinde gerçekleşen mûcize ve benzeri harikulade olayları nakleden rivayetler üzerinden ele alan eserler. İkincisi nübüvveti geleneksel delilleri ile ağırlıklı olarak burhanî tarihî ve sosyolojik yönden ispat etmeyi amaçlayan eserler. Muahhar dönemde yazılan savunu eserlerinde de sistematik olarak ana amacı nübüvveti savunmak olan âlimler aynı muhteva üzerinden telif faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu faaliyet sonucunda literatürde “Delâlilü’n-nübüvve” olarak isimlendirilen özel bir yazın türü ortaya çıkmıştır. Bu çalışma hicri II. Asırda başlayıp III. ve IV. asırlarda etkisi gittikçe artan nübüvvet karşıtı meydan okumalara karşı yazılmış peygamberlik savunusu, “Delâilü’n-nübüvve” eserlerinin önemli örneklerini tanıtıp bunların literatürdeki yeri ve önemini vurgulamak üzerine olacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
8

İpek, Mikail. "Mu‘tezile’nin Nübüvvet Savunusu: Kādî Abdülcebbâr Örneği." Tetkik, no. 1 (March 26, 2022): 59–94. http://dx.doi.org/10.55709/tetkikdergisi.13.

Full text
Abstract:
İslam düşüncesinde ve diğer semavî dinlerde nübüvvet, büyük bir önem arz etmektedir. Müslümanlar, Allah’ın mesajına değer verdiklerinden, bu mesajları insanlara tebliğ eden peygamberlere de kutsiyet atfetmişlerdir. Öte yandan tarih boyunca peygamberlik düşüncesine farklı cihetlerden itiraz edenler olmuştur. Nübüvvete yönelik bu itirazların temeli Aristo’ya dayandırılmaktadır. Ayrıca bu fikrin sistematik bir karakterle vücut bulduğu akımlar da mevcuttur. Berâhime ve Sümeniyye bunlardan en çok öne çıkanlardır. Bu iki akımın menşei hakkında ihtilaf bulunsa da çoğunluğa göre her ikisi de Hint kökenlidir. Berâhime ve Sümeniyye gibi sistemlerin yanı sıra İbnü’r-Râvendî (öl. 301/913), onun üstadı Ebû Îsâ el-Verrâk (öl. 247/861), ve “Arapların Galen”i olarak anılan Ebû Bekir er-Râzî (öl. 313/925) gibi kişiler de peygamberliği reddeden fikirleri ile tarihin bazı dönemlerinde öne çıkmayı başarmıştır. Bu şahsiyetler sadece peygamberliğe değil, Hz. Muhammed’in risâletine, “Hatmü’n-Nübüvve”ye ve Kur’ân’a yönelik eleştirilerde bulunmuştur. Mu‘tezile’den Câhız (öl. 255/869) ve Kādî Abdülcebbâr (öl. 415/1025) gibi mütekellimler, kendi dönemlerinde söz konusu itirazlara cevaplar vermek suretiyle nübüvveti savunmaya çalışmıştır. Günümüzde Deizm ve Pozitivizm gibi hareketler, söz konusu inkârcı akımların fikirlerine paralel düşünceler ortaya koymaktadır. Bu çalışmada amaç Mu‘tezile’den Kādî Abdülcebbâr’ın, nübüvvete yöneltilen eleştirilere verdiği cevapların günümüz açısından arz ettiği önemi ortaya koymaktır. Geçmişte nübüvvete yöneltilen itirazlar ile çağımızdaki deizm ve pozitivizm gibi akımların, peygamberliğe dair fikirlerinin benzer olduğu tespit edilmiştir. Bu bağlamda Kādî Abdülcebbâr’ın yaptığı nübüvvet müdafaasının önemli olduğu, özellikle deizm akımının ortaya çıkardığı şüpheleri azaltan ve çağımıza ışık tutacak bir nitelikte olduğu söylenebilir. Benzer konularda daha önce çeşitli çalışmalar kaleme alınmıştır. Metin Özdemir’in “Mu‘tezile’nin Nübüvvet Savunması” adlı eseri ve Orhan Aktepe’nin Peygamberliğin Hz. Muhammed ile Sona Ermesi” adlı kitabı bunlara örnek verilebilir. Ancak nübüvveti bir bütün olarak ele alan bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu çalışmada nübüvvet, “Hatmü’n-Nübüvve”, Hz. Muhammed’in peygamberliği ve Kur’ân’ın i’câzı gibi konular bir arada ele alınmıştır. İslam düşüncesinde Ehl-i Sünnet ve Mu‘tezile literatüründe yer alan, mülhitlere yönelik nübüvvet savunusunun, deist akımların itirazlarına verilecek cevap için oldukça yeterli ve değerli altyapı oluşturduğu kanaatindeyiz. Konuya tarihî bir perspektifle bakıldığında, deizm düşüncesinin, tarihin önceki dönemlerinde de zuhur ettiği ancak zamanın âlimleri kanalıyla bertaraf edildiği müşahede edilmektedir. Dolayısıyla deistik düşüncenin yeni bir hareket olmayıp, tarihin farklı dönemlerinde ve değişik formatlarda nübüvvet olgusunun karşısında konumlandığı söylenebilir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
9

UZUNPOLAT, Yakup, and Münir ECER. "Ötekinin Penceresine Bakmak: Dkab Öğretmenlerine Göre Diğer Dinlerin Öğretimi." Hitit İlahiyat Dergisi, November 7, 2023. http://dx.doi.org/10.14395/hid.1327553.

Full text
Abstract:
Farklı inançlara mensup insanlar tarih boyunca birbiri ile karşılaşmış, ortak mekânı ve yaşam olanaklarını paylaşma durumunu tecrübe etmiştir. Ancak küreselleşme hareketlerinin yaygınlık kazanması ile beraber özellikle iletişim ve ulaşım olanaklarının artması, bu tecrübeyi yoğunlaştırmıştır. Söz konusu hareketlilik farklı inançlara mensup bireyleri daha sık bir araya getirmiş, ortak bir zemini paylaşmalarını daha da gerekli hale getirmiştir. Bu durum pek çok alanı olduğu gibi din eğitimini de etkilemiş, din eğitimine yeni görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Din eğitimi aracılığıyla dünyada yaşayan dinler hakkında bilgi sahibi olma, bu dinlere inanan insanları tanıma hususunda daha sistematik arayış ve yaklaşımlar geliştirilmeye çalışılmıştır. Türkiye’de de din dersleri aracılığıyla farklı dinlere yer verilmiş, 1956 yılından itibaren bu derslerin programında diğer dinler yer almaya başlamıştır. Özellikle Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) dersinin zorunlu olarak okutulan dersler arasında yer alması ve bu derste kültür kavramına vurgu yapılması ile beraber öğretim programlarında İslâm dışındaki diğer dinler daha sistemli bir şekilde gündeme alınmıştır. Bu bağlamda 2018 yılında güncellenen ve halen geçerli olan DKAB öğretim programında diğer dinler ile ilgili konular, ortaöğretim 11. ve 12. sınıf içeriklerinde yer almaktadır. Buna göre 11. sınıfın son ünitesinde Yahudilik ve Hıristiyanlık; 12. sınıfın son ünitesinde de Hint ve Çin dinleri kapsamında Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm ve Taoizm dinleri işlenmektedir. Öğretim programında yer alan bilgilere bakıldığında bu dinlerin öğretiminde nesnel, bilimsel ve betimleyici bir üslubun geliştirilmesine önem verildiği, kendi kaynakları ve bilgi anlayışına göre sunulması yönünde bir anlayışın benimsendiğinin vurgulandığı görülmektedir. Ünitelerde yer alan kazanımlarda ise her bir dinin doğuşu ve gelişim sürecinin özetlenmesi yer almaktadır. Bu çalışmanın amacı DKAB derslerinde yer alan İslâm dışındaki diğer dinlere ilişkin konuları ve bu konuların öğretimini öğretmen görüşlerine göre incelemektir. Programda yer alan dinler ve bu dinlerin öğretimine ilişkin yaklaşımlar konusunda herhangi bir saha araştırmasına rastlanmaması çalışmayı önemli kılmaktadır. Bu çalışmada nitel araştırma yöntemlerinden durum çalışması deseni kullanılmıştır. Çalışma grubu olarak Türkiye’nin 7 bölgesinden seçilmiş 8 DKAB öğretmeni ile bire bir görüşmeler yapılmıştır. Görüşmede yer alan katılımcılara yarı yapılandırılmış görüşe formu aracılığıyla sorular yönlendirilmiştir. Alınan cevaplar araştırmacılar tarafından içerik analizine tâbi tutulmuş ve diğer dinlerin öğretimine ilişkin 6 tema elde edilmiştir. Bunlar; DKAB derslerinde diğer dinlerin yer almasının gerekliliği, bu dinlere ilişkin içerik, öğrenci tutumu, öğretmen tutumu, öğrenme durumu ve konuların işlenmesinde karşılaşılan sorunlardır. Verilerden elde edilen sonuçlara bakıldığında genel olarak öğretmenlerin DKAB derslerinde diğer dinlere ait konuların yer almasını gerekli gördükleri ortaya çıkmıştır. Öğretmenler, diğer dinlere dair içeriklerin gerek programda gerekse kitapta objektif, bilimsel verilerle desteklenmiş ve dinlerin kendi kaynaklarına uygun bir şekilde ele alındığını ifade etmişlerdir. Öğretmenlere göre bu dersi alan öğrenciler diğer dinleri öğrenmeye dönük istekli ve meraklı olmakla birlikte kendi inançları çerçevesinde anlamaya ve değerlendirmeye çalışmaktadır. Öğretmenlerin ise kendi dinlerine karşı savunmacı, diğer dinlere karşı ise objektif ve hoşgörülü bir tutum sergiledikleri tespit edilmiştir. Diğer dinlerin öğretiminde farklı yöntem ve teknik kullanımının önemi takdir edilmekle beraber öğretmenlerin anlatım yönteminden uzaklaşamadıkları tespit edilmiştir. Derslerde materyal olarak ders kitabının merkeze alındığı, bununla beraber etkileşimli tahta ve çeşitli görsel-işitsel araçlardan da faydalanıldığı ortaya çıkmıştır. Son olarak öğrencilerin hazırbulunuşluk eksikliği, bazı sorulara tatmin edici cevap verilememesi ve bu derslerin ortaöğretimin son iki kademesinin son ünitelerinde yer alması karşılaşılan sorunlar olarak tespit edilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
10

Bacaksız, Özge. "Hint Kültüründeki Geleneksel Ögeler." ASYA STUDIES, June 6, 2024. http://dx.doi.org/10.31455/asya.1463060.

Full text
Abstract:
Kültürler, tarih boyunca gelişerek büyümüş ve evrilmiştir. Teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte, bir milletin özünü oluşturan gelenekler ve değerler dönüşmüş, ancak Hindistan, kendi öz kültür ve geleneklerinden kopmamıştır. Toplum, bir ülkenin kültürü, tarihi, insanları, dini ve dili gibi birçok dalından beslenir. Bu nedenle, Hindistan’ın zengin ve karmaşık kültürünü anlamak için bu farklı alanlarda derinlemesine bir bilgiye ihtiyaç vardır. Hindistan, tarih boyunca birçok istilaya uğramış olmasına rağmen, bu farklı kültürleri kucaklayarak daha da zengin bir medeniyetin temelini atmıştır. İstilaların etkisiyle Hindistan toplumu, sadece dışarıdan gelen etkileri absorbe etmekle kalmamış, aynı zamanda bu etkileri kendi öz kültürüyle birleştirerek benzersiz bir kimlik geliştirmiştir. Hint toplumu, tarih boyunca farklı inançlar, gelenekler ve yaşam tarzlarıyla iç içe geçmiştir. Bu da Hindistan’ın kültürel çeşitliliğini ve zenginliğini artırmıştır. Bu durum, Hindistan’ın her bir bölgesinin kendine özgü bir kültüre ve yaşam tarzına sahip olmasına yol açmıştır. Kuzey Hindistan’da yaşayanlar, örneğin, Hint tarihinin eski dönemlerinden kalma gelenekleri koruyarak yaşamlarını sürdürürken, Güney Hindistan’da yaşayanlar farklı bir kültürel mirasa sahiptir. Bu zenginlik ve çeşitlilik, Hindistan’ın tarihsel ve kültürel dokusunu derinleştirir ve ülkeyi dünya çapında benzersiz bir destinasyon hâline getirir. Bu araştırmada, kültürün tanımı üzerinde durulmuş, Hint kültürü ve geleneklerle ilişkisi incelenmiş ve Hindistan’ın kültürel içeriği ve geleneklerin özellikleri detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Hindistan'ın tarihi, coğrafyası, dinleri ve dilleri gibi çeşitli unsurları, ülkenin karmaşık ve renkli kültürel dokusunu anlamak için önemli bir arka plan sağlamaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
11

TOPCU, Mücahid. "Barış ve Huzurdan Şiddete Sih Fundamentalizmi." Tokat İlmiyat Dergisi, April 28, 2023. http://dx.doi.org/10.51450/ilmiyat.1258629.

Full text
Abstract:
Sihizm, monoteist vurgu ile sevgi ve barış düsturunu ön plana çıkaran bir inanç olarak 15. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Hint dinleri ve İslamiyet’in birçok fenomenini içerisinde barındıran Sihizm, senkretik bir yapı arz etmektedir. Ortaya çıkışından günümüze kadarki süreçte meydana gelen olaylar, Sihizm’in sevgi ve barış düsturunun insanların siyasi emelleri karşısında yitip gitmesinin en güzel ancak bir o kadar da üzücü örneklerinden biridir. Guru Nanak’ın dilinden düşürmediği bu iki düstur, ulus devletlerin hüküm sürdüğü çağımızda Sih toplumunun da kendine yer edineme çabasının sonucunda bir kenara bırakılmış, adeta terk edilmiştir. Öyle ki Sihler, devlet kurmayı vaat eden fundamentalist liderlerin sözlerine kanarak şiddet eylemleri gerçekleştirmekten geri durmamışlardır. Peki, Sihlerin bu duruma gelmesinde etkili olan tarihi süreçte dikkat edilmesi gerekenler nelerdir? Sihler barış ve huzuru bir anda mı kenara bıraktılar, yoksa bu bir sürecin ürünü mü? Hangi sebeplerle Sih toplumu önce silahlanmış sonra da bu silahı meşru müdafaa için değil şiddet için kullanmıştır? 
 Bu makalede Sih toplumunun tarihsel süreci hakkında kısaca bilgi verilmiş, bu süreçte Sihlerin şiddete yönelten olaylara işaret edilerek dini ve siyasi fundamentalizm arasındaki araç-amaç ilişkisine dikkat çekilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
12

Yasdıman, Hacer. "TRANSANDANTAL MEDİTASYONUN ORTAYA ÇIKIŞI, TARİHSEL GELİŞİMİ VE GÜNÜMÜZDEKİ DURUMU." Bartın Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, April 4, 2024. http://dx.doi.org/10.59536/buiifd.1383888.

Full text
Abstract:
Transandantal Meditasyon son zamanlarda dünyada ve Türkiye’de adını sıklıkla duyurmaya başlayan yeni bir dini harekettir. Bu hareketin ortaya çıkışı, tarihsel gelişimi, günümüzdeki durumu, mahiyeti, faaliyetleri, üyeleri gibi konular merak uyandırmaktadır. Özellikle Hint ve Uzak Doğu dinleri ile bir ilgisinin bulunup bulunmadığı sorgulanmaktadır. Transandantal Meditasyon Hinduizm’in reformist hareketlerindendir. Maharishi Mahesh Yogi tarafından kurulan Transandantal Meditasyon hareketi, 1957’de Hindistan’dan çıkmış Amerika’da yayılmıştır. Bu hareket, Hinduizm’in kutsal metinleri olan Vedalar, Upanişadlar ve Bhagavad-Gita’yı esas alarak, dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan reformcu filozof Shankara’nın Advaita adlı felsefesi üzerine kurulmuştur. Hint kültüründen kaynaklanan meditasyon tekniği sadece doğu tekniği ve ibadeti olarak kalmamış; dünyanın her tarafına yayılmıştır. Transandantal Meditasyon hareketi bu tekniğin yayılmasındaki en etkili ve önemli oluşumlar arasındadır. Kendine özgü bir mantra meditasyon tekniği olan Transandantal Meditasyon zihnin doğal olarak sessiz ve uyanık olmasını sağlayan, düşüncenin aşılması tekniği olarak tarif edilmektedir. Bu tekniğin stresi azaltma, kaygıyı yönetme, kan basıncını düşürme, yaşam memnuniyetini artırma gibi pek çok fayda sağladığı ileri sürülmektedir. Transandantal Meditasyon’un sahip olduğu devasa şirketleri, holdingleri, okulları, medya kuruluşları, ekonomik ve siyasi gücü, toprağı olmadan kurulmuş devleti, bakanları, para birimi ve daha pek çok cevabı aranan soru zihinleri meşgul etmektedir. Öne çıkardığı meditasyon tekniği ve diğer uygulamalar ile oluşturduğu etki ve hususiyle de ülkemizde yayılıyor olması bizim bu araştırmayı yapmamızın en önemli sebeplerindendir. Bu çalışmada Transandantal Meditasyon’un ortaya çıkışı, kurucusu Maharishi Mahesh Yogi’nin hayatı, hocaları, eserleri, faaliyetleri, hareketin başlangıçtan günümüze kadar geçirdiği evreleri ve mahiyeti ile ilgili tartışmalar ele alınacaktır. Ayrıca Transandantal Meditasyon’un Türkiye’deki oluşum ve gelişim süreci ile Türkiye’deki faaliyetleri de incelenecektir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
13

SULAR, Mehmet Emin. "Zerdüştîlikte Eridvî Sûra Anâhîtâ Kültü." Korkut Ata Türkiyat Araştırmaları Dergisi, October 7, 2023. http://dx.doi.org/10.51531/korkutataturkiyat.1357293.

Full text
Abstract:
Maddi âlemde üreminin ve hayatın devamı için iki cinsin varlığını gerekli olduğunu gören insan, manevi alemde tanrıların yanında tanrıçaların ve dişi manevi varlıkların da olması gerektiğini düşünmüştür. Bu düşüncesini de dini boyuta taşımıştır. Bunun için Antik Mısır, Mezopotamya, Yunan dinleri ile Hinduizm’in panteonu tanrı ve tanrıçalardan oluşmuştur. Antik Mısır’da İsis, Sümer’de İnanna, Akad-Babil’de İştar, Yunan’da Afrodit ve Artemis, Hinduizm’de Kali, Lakshmi ve Shashti isimleri zikredilecek bazı önemli tanrıçalardır. Zerdüştîlikte bunun karşılığı Eridvî Sûra Anâhîtâ olmuştur. Bu kültün Zerdüştîliğe girişi konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Köken olarak bu inancın, Hint-İran’a dayandığı iddiaları yanında Mezopotamya dinlerinden Zerdüştîliğe geçtiği yönünde görüşler de ifade edilmiştir. Hangi görüş doğru kabul edilirse edilsin Anâhîtâ kültünün Mezopotamya dinlerinin tanrıçalarından özellikle İştar’dan önemli ölçüde etkilendiği bir gerçektir. Anâhîtâ, Zerdüştîlikte büyük tanrı Ahûramazda’nın altında belirli görevleri yürüten Sami dinlerindeki melek inancına denk gelen îzed olarak isimlendirilen bir kategoride yer alır. Tanrının kızı olarak da nitelendirilen Anâhîtâ suyun, yağmurun, bereketin, doğurganlığın, doğumun, evliliğin, aşkın, anneliğin ve zaferin îzedidir. Çalışmanın amacı Anâhîtâ kültünün kaynağını tespit etmeyi, bunun İranlıların inancına ve Zerdüştîliğe ne zaman girdiğini ortaya koymayı ve tarihi süreçte geçirdiği değişimleri belirlemektir. Anâhîtâ kültü İran dışında Ortadoğu, Anadolu, Ermenistan ve Azerbaycan gibi geniş coğrafyalarda farklı milletler arasında da karşılık bulmuştur. Çalışmada, nitel araştırma desenlerinden alan yazın incelemesi metodu kullanılmıştır. Bunun için farklı bilgi kaynaklarından istifade edilmiştir. Arkeolojik veriler, Avesta ve Pehlevi metinleri, kadim coğrafyacı, tarihçi ve seyyahların eserleri ile modern dönem araştırmacıların çalışmaları incelenmiştir. Sonuç olarak Anâhîtâ kültünün başta Mezopotamya olmak üzere başka din ve kültürlerden Zerdüştîliğe girerek günümüze kadar varlığını sürdürdüğü anlaşılmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
14

YALCİN, Meryem. "TÜRK YEMEK KÜLTÜR MİRASININ COĞRAFYASI, KAYNAĞI VE EVRELERİ." Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, October 24, 2023. http://dx.doi.org/10.56252/turktarars.1317517.

Full text
Abstract:
Toplumların yemek kültürlerinin incelenmesi toplumsal bağlamı yüksek birçok yaşamın tüm katmanlarına ışık tutmaktadır. Bunlar çevresel, sosyo-ekonomik ve kültürel faktörlerin anlaşılması açısından iklim, yerleşim, tüketim kaynakları, teknoloji, ekonomi, siyaset, din, aile yapısı, gelenek ve görenekler vs. gibi yapı taşları olup yemek kültürünün altyapılarıdır. Türk yemek kültürü ise kaynağını bulunduğu coğrafyadan almıştır. Asya, Avrupa ve Afrika’nın kesişim noktası Anadolu, birçok medeniyetin buluştuğu ve beraberinde getirdiği yemek kültürünü bünyesinde biriktirmiştir. Bunlar Hitit, Frigya, Likya, Lidya, İyon, Roma-Bizans, Selçuklu ve Osmanlı olmak üzere birçok medeniyetin bıraktığı yoğun kültür alışverişinde bulunmasına olanak sağlamıştır. Orta Asya Türk mutfağı ile ilgili bilinenler, MÖ 220’den itibaren Hunlarla başlar (Öcal, 1985). Hunlar ve önceki Orta Asya Türk toplumlarında mevsimsel olarak yapılan tarım 7. yüzyıldan itibaren Göktürkler döneminde (MS. 552-745) daha da önem kazanmıştır. Türk yemek kültürü Orta Asya’dan Anadolu’ya erişen bir süreci takip eden tarihçesi 10. ve 11. Yüzyıllardan başlamaktadır. Bu kültür, Selçuklu, Bizans, İran-Abbasi ve Osmanlı mutfaklarını kapsayan olgunlaşmış bir kültür mirasıdır. Dolayısıyla, Orta Asya’dan et ve mayalanmış süt ürünleri, Mezopotamya’dan tahıllar, Akdeniz’den sebze ve meyveler, Güneydoğu Asya’dan baharatlarla besin kaynakları da çeşitlenmiştir. Türk mutfak kültürünün oluşumunda, Osmanlı İmparatorluğunun altı asırlık geçmişi önemli bir yere sahiptir. Ayrıca, İmparatorluğun farklı kültürleri, değişik dinleri ve inançları barındırması, üç kıtaya yayılan coğrafyasının zenginliği mutfak kültürüne yansımıştır. Osmanlı İmparatorluğu, Karadeniz, Akdeniz ve Hint Okyanusu’ndan geçen ticaret yollarını kontrol edebilme gayesi, Bağdat, Şam, Yemen ve Mısır üzerinden bu kültürün zirveye ulaşmasını sağlamıştır. Dolayısıyla Türk yemek kültürü çeşitli medeniyetlerin eklemlenerek geliştiği sayısız bilgi ve tecrübeyi bünyesinde biriktirmesine kaynak sağlamıştır. Bu sayede bu çalışmanın, Türk kültürünün coğrafi, ekolojik ve ekonomik yapısına, tarihsel süreç içinde ekonomik düzeyine, devletine, aile yapısı ve yaşamın örgütlenmesine ışık tutması beklenmektedir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
15

Bulğen, Mehmet. "Reincarnation (Tanāsukh) According to Islam: Compara-tive, Historical and Contemporary Analyses [İslam Dini Açısından Reenkarnasyon (Tenâsüh): Tarihi ve Günümüz Açısından Bir Karşılaştırma]." July 31, 2018. https://doi.org/10.5281/zenodo.1488657.

Full text
Abstract:
This study has three parts. In the first part I am going to make a comparison between belief in the Hereafter in Islam and belief in reincarnation in Indian religions in terms of their respective views of about God and the universe. In the second part, I am going to discuss the group associated with belief in the migration of the soul (<em>tanāsukh</em>) and the reaction they received from Muslim thinkers through Islamic history. In the third part, I am going to deal with the idea of reincarnation as the modern version of the idea of the migration of the soul. In this context, I am going to discuss various claims of groups or organizations defending the idea of reincarnation. Among these claims, one may include the following: reincarnation is scientifically verified, belief in reincarnation solves the problem of evil, and reincarnation is supported by sacred books including the Qurʾān. My overall purpose is to show that the religion and thought systems reveal their doctrines of immortality within the integral framework of their ontology, epistemology and universe models. In this regard, I will conclude by noting that the belief in reincarnation is not only compatible with the Islam&#39;s belief in hereafter but also Islamic teachings concerning God, the universe, and man.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
16

DOĞAN, Servet. "Antik Dünyada Ateizm." AKRA KÜLTÜR SANAT VE EDEBİYAT DERGİSİ, December 8, 2023. http://dx.doi.org/10.31126/akrajournal.1344627.

Full text
Abstract:
Bu makale, okuyuculara antik dünyada ateizmin evrimi hakkında bir perspektif sunmaktadır. Antik dünyada ateizm başlığı altında Yunanistan, Çin ve Hindistan’da Antik Çağda Ateist olarak değerlendirilen filozof ve düşünürler ele alınmıştır. Yunanistan örneği daha geniş tutulmuş ateist olarak değerlendirilen bir kısım filozofların aslında öyle olmadığı sadece dönemin Yunanistan’ının mitolojik tanrılarının inkâr edildiği bu günkü anlamda mutlak ateist denebilecek fazla birinin olmadığı ileri sürülmüştür. Eski Yunan ve Roma’da modern çağlardaki felsefi bir ateizmin olmadığı, batıda felsefi ateizmin ancak Aydınlanma ile gündeme geldiği ileri sürülmüştür. Tanrısız dinlerin bile mümkün alabildiği Hint ve Çin dünyasında modern dönemde anlaşıldığı anlamıyla ateistler olmakla birlikte Tanrıtanımazlık Batıdan farklı olarak dinsiz olmayı gerektirmemiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
17

Ayhan, Aslanoğlu. "Hindu Geleneğindeki Bazı Kutsal Ağaçlarla İlgili İnanış ve Uygulamalar." March 21, 2021. https://doi.org/10.5281/zenodo.4625783.

Full text
Abstract:
<em>Hinduizm, M.&Ouml;. iki binli yıllardan g&uuml;n&uuml;m&uuml;ze kadar Hint alt kıtasında başta Hindistan, Nepal, Pakistan, Endonezya, Bangladeş gibi &ccedil;eşitli &uuml;lkelerde varlığını devam ettiren en eski dini geleneklerden biridir. &Ouml;zellikle Hint alt kıtasında dinlerin bir karması şeklinde olması, bu dinin renkli bir k&uuml;lt&uuml;re sahip olmasına neden olmuştur. İlkel kabilelerden bir&ccedil;ok dini geleneğe kadar kutsal ağa&ccedil; motifi, insanoğlu i&ccedil;in &ouml;nemli bir yer teşkil etmiştir. Hindu dini geleneğinde de kutsal ağa&ccedil;lar her daim dini ve k&uuml;lt&uuml;rel a&ccedil;ıdan &ouml;n planda olmuştur. Hindu tapınaklarının bulunduğu kutsal mekanlarda, evlerde ve bunların dışındaki yerlerde insanlar tarafından kendilerine kutsiyet atfedilmiş ağa&ccedil;lar bulunmaktadır. Bu kutsal kabul edilen ağa&ccedil;larla ilgili </em><em>g&ouml;ze &ccedil;arpan en &ouml;nemli inanış ve uygulama ise sembolikte olsa ağa&ccedil; evlilikleridir. &Ouml;zellikle insan-ağa&ccedil;, ağa&ccedil;-ağa&ccedil; evlilikleri Hint toplumunda rastlanan uygulamalardandır. Bunun yanı sıra Hindu geleneğindeki kutsal ağa&ccedil;ların tanrıları temsil etmesi, fiziki yapısından dolayı &ccedil;eşitli anlamlar y&uuml;klenilmesi, doğurganlık ve bereket sembol&uuml; olması, kendilerine dilek ve temennilerde bulunulması, tedavi ama&ccedil;lı kullanılması gibi &ouml;zelliklerinden dolayı da ele alınıp incelenmesi gerektiği kanaatindeyiz. Bu makalede Hindu geleneğindeki bazı kutsal ağa&ccedil;lar ve bu ağa&ccedil;larla ilgili inanış ve uygulamaları &ccedil;eşitli a&ccedil;ılardan ele alıp değerlendirmeyi ama&ccedil;lamaktayız.</em>
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
18

Ulaş, Muhammed. "HİNDUİZM’DE TANRI-İNSAN İLİŞKİSİNDE TEMAYÜZ EDEN KAVRAMLAR." Usul İslam Araştırmaları, May 16, 2024. http://dx.doi.org/10.56361/usul.1416121.

Full text
Abstract:
Tarih boyunca dinler, insan hayatının bir bütünü ve vazgeçilmezi olmuştur. Tanrıya inanç duygusu, ilk insandan günümüze kadar devam edegelmiştir. İnsanın kendisini, çevresini ve doğayı sorgulaması, Tanrı-insan ve insan-evren arasındaki ilişkiyi araştırma çabasına bürünmesi Dünyanın her yerinde, var olan tüm milletlerde, geçmiş tarihlerde süregelmiştir. İnsanın kutsal ile olan irtibatı yaşamının birçok kısmını etkilemiştir. Primitif kültürlerden modern çağa ve günümüzde de din olgusu varlığını sürdürmüştür. Biz bu çalışmamızda Hinduizm’de Tanrı-İnsan ilişkisinde temayüz eden/öne çıkan kavramları inceleyeceğiz. Bu başlık altında vahiy başta olmak üzere Hint inancında Tanrı ile irtibat halinde olan ve oluşan unsurları araştıracağız. Hinduizm’de vahiy şruti kelimesiyle işitilen, görülen anlamında kullanılmaktadır. Belli bir peygamber ve vahiy tasavvuru olmayan Hint dinide vahiyler genellikle rişi adı verilen bilge kişiler tarafından alınır. İnsanüstü güçlere sahip bu fenomenler duyusal ve sezil özellikleri sayesinde vahye ulaşırlar. Ayrıca ilk kutsal kitapların yazarı olarak da kabul edilen rişiler Hinduizm’de Tanrıdan sonra en otoriter kişiler olarak kabul edilir. Tezimiz, Hinduizm’de vahiy konusunda eksik olduğu düşünülen bu boşluğu doldurma amacı gütmektedir. Bu sebeple araştırmamızda şruti, smriti, vedalar ve rişi gibi Tanrıyla doğrudan bağlantısı olan ve ayrıca vahiy statüsüne giren kavramlar ele alınmıştır. Tezimizin Hinduizm’de vahiy olgusunun anlaşılmasına katkıda bulunmasını ümit ediyoruz.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
19

Güngör, Fatih. "HİNDUİZM’DE VAHİY: Köken ve Tanrıyla İlintisi Bağlamında İslam Vahyiyle Karşılaştırmalı Bir Değerlendirme." Cumhuriyet İlahiyat Dergisi, December 9, 2024. https://doi.org/10.18505/cuid.1517066.

Full text
Abstract:
Genel anlamıyla, ilâhîlik makamının insanoğluyla iletişimi olarak da ifade edilebilecek olan vahiy kavramının değişik din, kültür ve hatta düşünürlerdeki yankısı farklı olmuştur. Bu farklılık, entelektüel dünyaya sıradanlığın ötesinde izler bırakacak türdendir. Zira bazı kavramlar vardır ki, onlara yüklenen manalar algıları yönlendirir ve anlamayı büsbütün şekillendirir. Vahiy de bunlardan birisi olup özellikle dinlerin, kendi hakikatleri çerçevesinde doğru algılanabilmelerinde anahtar bir kavramdır. Bu makalede, kaynağı yönüyle Hindu kutsal metinleri Vedalara yüklenen anlamlardan hareketle Hinduizm’deki vahiy algısı ve ıstılahî anlamından hareketle Kur’ân vahyi konu edilecektir. Mevcut literatürde daha çok Hinduizm’de vahy diye ifade edilen şeyin nasıllığı üzerinde durulmakta ama bu kavramın ıstılâhî menşei olan İslam dinindeki kullanımı açısından ayrıntılı bir mahiyet karşılaştırmasına rastlanmamaktadır. Mecazî anlamına vurgu yapılmadan Hindu kutsal metinleri Vedalar için kullanılan Tanrı’nın vahyi ifadesinin ise bu dinin hakikatini anlamada/kutsallarını anlamlandırmada çeşitli algı sorunlarına sebebiyet verdiği müşahede edilmektedir. Söz konusu eksikliği giderme ve yaşanan algılama sorunlarının çözümüne katkı amacı taşıyan bu çalışmada, öncelikle insanın anlama çabasında kavramlara yüklenen anlamların önemine vurgu yapılmış ve bir disiplini doğru algılamada ilgili disiplinde kullanılan kavramların terim/(ıstılâhî) anlamlarını bilmenin ehemmiyetine kısaca değinilmiştir. Ardından vahiy kavramının ve konuyla alakalı keşf, ilhâm, şruti ve revelation kavramlarının kısa semantik tahliline yer verilmiş, böylece daha sonra Hinduizm’de vahiy konusu işlenirken aslında hangi kavramın tercih edilmesinin daha yerinde olacağının alt yapısı hazırlanmıştır. Vahyin; inzâl ve tenzîl özelliğine sahip olması, Arapça ve kelamî nitelikte okunan bir şey olması, seçilmiş bir elçi ile mukayyet kılınıp bunun vahyi alanın değil gönderenin kendi iradî tasarrufunda bir konu olması gibi niteliklerine dikkat çekilerek bu kavramın mahiyet boyutunun ana çerçevesi çizilmeye çalışılmıştır. Daha sonra Hint düşüncesinde Vedaların kaynağı ve tanrı ile ilintisi üzerinde durularak Hinduizm’de vahiy anlayışının anlamsal iz düşümü çıkarılmıştır. Böylece, Hindu kutsal metinleri Vedaların kaynağı veya tanrı ile ilintisi konusunda Hindular arasında bir fikir birliğinin olmadığı; bunların rişi adı verilen bilge kişiler tarafından kişisel riyâzet neticesinde keşf ve müşâhede yoluyla elde edildiği; dolayısıyla bu durumun haricî bir olay olmayıp ancak saf tabiat, güzel amel ve çok gayretle elde edilebilen batınî/içsel bir olay olduğu saptanmıştır. Bu bağlamda, vahyin ancak tanrı-âlem ayrışmasını esas alan teist tanrı tasavvuruna sahip dinlerde söz konusu olabileceği, dolayısıyla tanrı-âlem bütünleşmesini ifade eden panteist tanrı tasavvuruna sahip Hinduizm’de vahiy yerine keşf ve ilhâm kavramlarının kullanımının daha yerinde olacağına dikkat çekilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
20

Aydın, Tevfik. "16. yüzyılda Sentetik Bir Din: Ekber Şah ın Din-i İlahi si Üzerine." Akademik Tarih ve Dusunce Dergisi, August 25, 2024. http://dx.doi.org/10.46868/atdd.2024.691.

Full text
Abstract:
İktidar ve gücün sürekli el değiştirdiği XVI. yüzyıl Hindistan’ında, üç asırdan fazla hüküm süren Bâbür İmparatorluğu, Hint alt kıtasında Türk-İslam uygarlığının temsilcisi konumundadır. Devletin altın çağı olarak nitelendirilen Celaleddin Ekber Şah Dönemi, Din-i İlahi adı verilen sentetik bir din oluşumuna tanıklık etmiştir. Din ve kültür mozaiğinin cenneti kabul edilebilecek Hindistan’da dinlerin müntesiplerini özellikle Hindu ve Müslümanları ortak paydada buluşturma gayreti nihai başarıya ulaşmamış olsa da getirdiği siyaset anlayışının toplumda ciddi yansımaları olmuştur. Bu çalışmada Din-i İlahi’nin "sentetik" ve "senkretik" yapıları ortaya konulmuştur. Ekber Şah’ın din projesi hakkında bilgi verildikten sonra kozmopolit yapıya sahip toplumu ayakta tutmak için uygulanan ‘Sulh-i Kül’ politikasının etkilerinden bahsedilmiştir. Konuyla ilgili neşredilen eserlerin mevcudiyetinin yanında sadece dini cihetten yapılan incelemeler kifayetsizdir. Bu nedenle makalede, konunun muhataplarının tek bir dine ait olmayıp çok sayıda din müntesibini ilgilendiriyor olmasından hareketle değerlendirmeler, geniş perspektiften yapılmaya çalışılmıştır. Nitekim çalışmayı özgün kılan husus, Din-i İlahi ve beraberindeki politikalar hakkında yapılan farklı yorumların ideolojik yüzlerinin tespit edilmesi ve söz konusu yargıların bilimsel açıdan değerinin ortaya konulmasıdır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
21

Erkal, Mehmet Mustafa. "SAMİLERİN (LAPONLARIN) KİMLİKLERİ VE KÜLTÜRLERİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME." Dini Araştırmalar, September 19, 2024. http://dx.doi.org/10.15745/da.1529190.

Full text
Abstract:
Avrupa kıtasının en kuzeyinde, Laponya olarak adlandırılan bölgede yaşayan Samiler, dil yönünden Ural-Altay dil grubunun Ural kolunda sınıflandırılmaktadır. Çok eski dönemlerde Laponya bölgesine çeşitli sebeplerle göç ettikleri öne sürülen Samiler, Ren geyiği yetiştiriciliği, balıkçılık gibi konularda oldukça yetenekli olarak nitelendirilmektelerdir. Samiler üzerine yapılan arkeolojik ve antropolojik araştırmalar, onların Orta Asya veya Hint kökenli olabileceklerine dair veriler sunmaktadır. İskandinav asıllı bazı araştırmacılar, yalnızca Ren geyiği yetiştiriciliğinden yola çıkarak kendilerine Asya kıtasından bir köken bulma arayışına girmişlerdir. Dil sınıflandırmasının yanı sıra kültürel benzerlikler, bir topluluğun kimliğini ortaya çıkarmada önemli bulgular sağlamaktadır. Yaşadıkları coğrafya sebebiyle birden fazla devletin etki alanında kalan bölge çeşitli baskılara maruz kalmıştır. Yoğun misyoner faaliyetleri ve kolonizasyon süreçlerinin sonucunda Samilerin bir kısmı Hıristiyanlığa geçerken bir kısmı da Seiǒr olarak adlandırılan geleneksel inanışlarını sürdürmüştür. Geleneksel inanışlarında görülen birçok özelliğin komşu ve akraba Ural topluluklarıyla köken birliği iddiasında bulunulan Altay topluluklarında da görüldüğü iddia edilmiştir. Samilerin geleneksel inanışlarında kendilerine has isimlendirmeler kullandıkları görülmüştür. Hıristiyanlığa geçen grup ise doğrudan bir mezhebin inanışını almak yerine geleneksel inanışlarıyla Hıristiyanlığı birleştirerek Laestadianizm adı verilen yeni bir cemaat kurmuşlardır. Bu çalışmada Avrupa kıtasının yerli halkı olarak kabul edilen tek topluluk olan Samilerin tarihi ve kültürel yapısı, dinler tarihinin temel metotlarından olan tarihi-karşılaştırma ve fenomenoloji yöntemleriyle incelenmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
22

MIZRAK, Egemen Çağrı. "BATI TÜRKİSTAN HUNLARINDA GÖRÜLEN SOSYO-KÜLTÜREL GELENEKLER VE DİNLER (IV. – VII. YÜZYILLAR)." Genel Türk Tarihi Araştırmaları Dergisi, December 30, 2022. http://dx.doi.org/10.53718/gttad.1198999.

Full text
Abstract:
Şanyü Modu’nun iktidarından (M.Ö. 209-174) Şanyü Jünchen döneminin (M.Ö. 161-126) sonlarına kadar Hunlar İç Asya’nın tek hakim gücü olarak Çin’i tahakküm altında tutmayı başarmışlardı. Han hanedanının büyük imparatoru Wudi’nin Hun tehdidine karşı M.Ö. 129 civarında başlattığı kuzey ve batı yönündeki geniş-çaplı hücum stratejisi başarılı generaller sayesinde bilhassa Şanyü Yizhixie döneminde Hunların ciddi kayıplar verdiği ağır yenilgilerle sonuçlanmış ve Çin üzerindeki Hun hakimiyeti kesin bir şekilde kalkmıştı (M.Ö. 129-119). Hunlar Kansu’yu (Hexi Koridoru) kaybetmekle kalmamış, Ordos – Gobi’nin güneyindeki pay-i taht merkezlerini de yukarı Moğolistan’a taşımışlardı. M.Ö. 60’da I. Hun İç Savaşı patlak vermiş ve M.Ö. 53’de Zhizhi’nin iktidara gelmişti. Sürdüğü kardeşi Huhanye, Çin’in desteğiyle bir süre sonra Kuzey’e dönerek tahta geçerken, askeri üstünlüğüyle bilinen Zhizhi ise Batı’ya hareket etmiştir. Balkaş Gölü – Talas Nehri hattına kadar topraklarını genişleten ve Kangju devletini (Soğdiyana) kendine bağlayan Zhizhi, M.Ö. 36’da Çinliler tarafından kuşatılarak öldürüldü. Huhanye’den itibaren Çin’in “vasalı” konumunda kalan Hunlar, özellikle Şanyü Huduershi döneminde tekrar eski gücüne kavuşmuş ve Çin’e (Sonraki Han/Doğu Han: M.S. 25-206) karşı vasal statüsünü kaldırarak büyük bir tehdite dönüşmüştü. Lakin, M.S. 46’da veraset sırasından kaynaklanan yeni bir İç Savaş yaşanmış; karizmatik lider Punu Hun Şanyüsü olurken, esasında verasette daha önde gelen Bi güneye inerek taraftarlarının da desteğiyle kendini Şanyü ilan etmiş ve “tam vasal” statüsüyle Han’a bağlanmıştı. Bu dönemden itibaren Çin’in organizasyonu ile Kuzey Hunlarına karşı Doğu’da Xianbei (Siyenpi) ve Wuhuan’lar, Kuzey’de akraba Dingling’ler, Güney’de “kardeş” Güney Hunları, Tibetli Qiang’lar ve hatta kısa bir zaman önceye kadar vasalları olan Batı’daki Türkistan’ın vaha devletleri de dahil olmak üzere devasa bir ittifak oluşturuldu. M. S. 87’de Şanyü Youliu’nun, Siyenpiler tarafından öldürülerek derisinin yüzülmesi hadisesi, Hun tarihi için bir dönüm noktası ve yeni bir dönemin habercisi olacaktır. Bilhassa M. S. 89-91 senelerinde Doğu Tanrı Dağları, Moğolistan ve Altaylar’ın güney eteklerinde alınan ağır yenilgilerden sonra mağlup Kuzey Hun boyları 200.000’den fazla bir nüfus ile İli Vadisi, Yedi-su ve Doğu Kazakistan’a göç ederken boşalan Hun topraklarına ise Siyenpiler yerleşti. Kaynaklara göre Dou Xian’ın hibrid-ittifak ordularından kaçan bu Hunlar idari-geleneklerine göre “Yabgu” unvanı taşıyan bir devlet kurmuşlardır. Bu süreç kesin olarak Hunlar’ın Doğu Türkistan’ın batısından Hazar Denizi’nin kuzeyine uzanan bozkırlardaki yeni yayılma dönemi başlatmıştır. &#x0D; M.S. IV. yüzyılın ortalarında (M.S. 350-370) işte bu Hunların torunlarının önderliğinde farklı yönlere (Kuzey-batı ve Güney-batı) hareket eden aynı damara mensup iki grup; Avrupa, Batı Türkistan–Toharistan, İran ve Kuzey Hindistan’da tarihe yön verecek bir akışın baş aktörleri olacaklardır. Konumuzu oluşturan Batı Türkistan Hunları, muhtelif kaynaklarda Chionitae, Kermichion, Karmir Hyon, Alhon, Huna, Sveta Huna, Hyaona, Hyôn-Xiyon, Hon-k’–Kuşank, Kidarita, Hua-Yeda; Ephthalita, hep’t‘hal, Hēvtāl, Haytal/Hetal – Türk gibi farklı isimlerle gözükmüşlerdir. Sosyo-kültürel gelenekleri ve inanç sistemleri hususunda Roma, Bizans, İran, Çin ve Hint kaynaklarından gelen sınırlı ve kısmen çelişkili bilgiler; onların kendi Hun-Türk bozkır geleneklerini net bir şekilde taşımakla beraber hakim oldukları coğrafyalardaki köklü yerleşik halklar ile bilhassa Kuzey Tibet göçebelerine mahsus hususiyetleri bünyelerinde barındırdıklarını göstermektedir. Dolayısıyla egemen oldukları coğrafyaların tarihsel ve kültürel gücüyle doğrudan ilişkili olarak kendilerini de mirasçıları olarak addettikleri Kuşanlar gibi kurdukları idarelerde senkretik bir yapının varlığı dikkatleri çekmektedir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
23

DEMİRHAN, Ahmet. "Cadılar, Gezgin Ruhlar, Ginzburg ve Eliade: 'Şamanlık Nedir?' Sorusuna Analitik Bir Yaklaşım." Milel ve Nihal, October 25, 2022. http://dx.doi.org/10.17131/milel.1129778.

Full text
Abstract:
Antropolojiden dinler tarihine, tarihten sosyolojiye neredeyse bütün beşeri bilimlerde şamanlık, genelde Sibirya kaynaklı kendine özgü birtakım ritüelleri olan bir uygulama olarak kabul görür ve genel anlamıyla bir esrime tekniği olarak tanımlanır. Bu haliyle şamanlık, Orta Asya'nın kadim toplumlarının dini yapısını ele veren bir uygulama olarak görülür. Bu çalışmada İtalyan tarihçi Carlo Ginzburg'un çalışmalarının izinden giderek şamanlığa dair bu kavrayış analitik bir yaklaşımla sorgulanmaya çalışılmaktadır. Ginzburg'un 16. ve 17. yüzyılda İtalya'nın küçük bir bölgesinde keşfettiği ve Engizisyon tarafından cadılıkla suçlanan bir kültün arkasında şamanik özellikler bulunduğuna dair iddiasını değerlendiren makalede, literatürde daha çok göçebe toplumlara hasredilen şamanlığın bir tarım toplumundaki varlığı konu ediniyor. Ginzburg'a göre kadim bir bereket ritüelinin kalıntısı olan bu kült, Engizisyon'un soruşturmalarıyla cadılığa dönüşmüş avami bir inançtır. Şamanlık denince akla gelen ilk isimlerden olan Eliade ise, Ginzburg'un keşfettiği tarım kültürünü dünyanın başka yerlerinde de görülebilen daha kozmik bir ortak inancın bir yansıması olarak görür ve onu cadılığa dönüşen daha kökensel bir başlangıç mitinde arar. Böylece Eliade, kendi mitleri aralığıyla kendilerini üçlü bir yapıya bölmüş Hint-Avrupalı toplumlarda şamanlığın herhangi bir izinin olamayacağını iddia eder. Ginzburg'un buna cevabı ise, değişik zamanlarda ve mekanlarda birbirleriyle teması olmayan kültürlerin mitlerinde, masallarında ya da danslarında ortaya çıkan bir esrime tekniğinin sürekliliğini göstermektir. Ona göre bunun nedeni, nihayette insanın cismani oluşudur ve morfolojik olarak benzeşen kültler veya teknikler onun bu yönünün ortaklaşalığını gösterir. Bu çerçevede çeşitli kültlerde görülen ortak temalar da bu cismaniliği aşan arayışların bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Buna şamanlık da dahildir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
24

Deveci, Beyza Aybike. "Durgā Pūcā ve Kālī Pūcā Festivallerinde Dikkat Çeken İki Tantracı Unsur: Tanrıça Kültü ve Hayvan Kurbanı." Dini Araştırmalar, November 28, 2024. https://doi.org/10.15745/da.1526941.

Full text
Abstract:
Hinduizm’de ibadet genellikle bireysel bir şekilde gerçekleştirilmekle birlikte topluca uygulanan biçimleri de bulunmaktadır. Yıllık festivaller toplu ibadetlerin en belirgin örnekleridir. Dini ve kültürel yaşamın önemli bir parçasını oluşturan bu festivallerin her biri farklı tanrılarla yahut tanrıçalarla ve mitolojik olaylarla ilişkilidir. Hindu festivalleri ritüelleri, duaları, dansları, festivalle ilişkili heykellerin yapılmasını, kutlamanın konusuyla ilgili olayların sergilendiği çadırların hazırlanmasını ve birlikte yenilen yemekleri içerir. Birlik ve beraberlik içinde kutlanan festivaller bir yandan tapınılan tanrıya, tanrıçaya bağlılığı kuvvetlendirirken diğer yandan toplumsal birliği pekiştirir. Hinduizm’deki festivallerin kutlama biçimleri bölgeden bölgeye değişiklik gösterdiği gibi dini geleneklere göre de farklılıklar ihtiva eder. Çalışmamızın konusu olan Durgā Pūcā ve Kālī Pūcā festivalleri tüm Hindular tarafından kutlanan önemli bir festivaldir. Tanrıçaya adanan bu festivallerden Durgā Pūcā tüm Hindistan’da Kālī Pūcā ise Batı Bengal, Assam, Odişa/Orissa ve Tripura gibi doğu Hindistan bölgelerinde kutlanır. Makale Durgā Pūcā ve Kālī Pūcā festivallerini ve bu festivallerde yer alan tantracı unsurları incelemeyi amaçlar. İnceleme konusu olarak bu iki festivalin seçilmesinin sebebi genel olarak Hinduizm’deki temel kutlama şekillerini devam ettirmekle beraber tanrıçaya tapımın ve hayvan kurbanının festivalin merkezinde yer almasıdır. Makalede Durgā Pūcā ve Kālī Pūcā festivallerinden söz edildikten sonra Tantracılığın ne zaman ve nerede ortaya çıktığından ve tantracı unsurlardan bahsedilecektir. Durgā Pūcā ve Kālī Pūcā festivallerinde tantracı unsurların nasıl yer aldığı ve bu unsurların dini açıdan ne anlama geldiği üzerinde durulacaktır. Bu bağlamda tanrıçaya tapım ve hayvan kurbanının bu festivallerin merkezinde yer alması tantracı düşüncenin etkisini anlamak açısından önemlidir. Zira Tantracılık yüce varlık anlayışında şaktiye önem verir ve onun tezahürleri olarak görülen tanrıçayı merkeze koyar, geleneksel Hindu düşüncesinin kabul etmediği ibadetleri kabul eder ve uygular. Zaman içerisinde bu ibadetler belirli gruplar tarafından devam ettirilmekle birlikte bazı ibadetlerin ve festivallerin kutlanış biçimlerinde kendini gösterir. Çalışmada dinler tarihinin betimleyici yöntemi kullanılarak festivaller, kavramlar ve fenomenler tanımlanmaya çalışılmıştır. Din fenomenolojisi metodundan faydalanarak Durgā Pūcā ve Kālī Pūcā festivallerinde gerçekleştirilen ritüellerin incelemesi yapılmıştır. Kavramların Türkçe’ye doğru ve eksiksiz bir şekilde aktarılabilmesi için Türkçe’de karşılığı olan harflerin yanında Hint hükümeti tarafından kabul edilen ISO 15019 çeviri yazım tablosu kullanılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
25

ÖZTÜRK DOĞAN, Aslıhan. "SÖZLÜ KÜLTÜRDEN YAZIYA RİTÜELDEN EDEBİYATA: KLASİK TÜRK ŞİİRİNDE KURBAN KÜLTÜ." Folklor Akademi Dergisi, October 26, 2023. http://dx.doi.org/10.55666/folklor.1309962.

Full text
Abstract:
İnsanın bilme ve evreni anlamlandırma isteği kültür, medeniyet ve inanç sistemleri örüntüsünde kült kavramını ortaya çıkarmıştır. Ritüeller ise insanların, grupların ve katılımcıların kendilerini koruma ve arındırma amacıyla gerçekleştirdikleri geleneksel icralardır. Kültleri şekillendiren ritüeller, ortak değerler örüntüsünde toplumların geleneksel kodlarını barındırırlar ve inanç sistemlerinde bilgi aktarma işlevini üstlenirler. Sözlü kültür ortamında bilgiyi ve çeşitli davranış kalıplarını kültürel bellekte muhafaza eden ritüeller, toplumsal düzeni inşa edip sürdüren ve bireyi toplumsallaştıran uygulamalardır. Kurban da toplumların kimliğini oluşturan öğelerden biri olan inanç unsurundan beslenen ve ritüelistik uygulamalar barındıran kültik bir olgudur. Etimolojik perspektiften bakıldığında Arapçaya İbranice vasıtasıyla geçtiği fikri kabul gören kurban sözcüğü yakın olmak, yakınlaşmak anlamlarına gelir. Kurban, yerli ve yabancı kaynaklarda genel bir ifadeyle kutsal varlıklara sungular sunma şeklinde tanımlanmaktadır. Tabiatüstü bir güce bir şeyin sunulduğu veya yok edildiği ve neticesinde güç sahibi ile güce ihtiyaç duyanlar arasında ilişkiler tesis eden kurban, çeşitli toplumlarda ve dinlerde görülen temel inançlardan biridir. Tarihsel süreçte Antik Yunan’dan Çin, Japon, Hint ve Eski İran toplumlarına kadar bütün kültürlerde kurbana rastlamak mümkündür. Hemen her kültürde farklı formda vücut bulan kurban olgusu yiyecek, içecek, güzel kokular, insan ve hayvan kurbanı şeklinde çeşitlilik arz eder. Kutsal olana sunulan varlıkların canlı veya cansız olabilmesi, kurbanın kanlı kurban ve kansız kurban şeklinde iki farklı formda değerlendirilmesine zemin oluşturmuştur. Genel itibarıyla cansız varlıklar ve bitkiler kansız kurban, hayvanlar ve insanlar ise kanlı kurban şeklinde nitelendirilmiştir. Yaygın kanaate göre semavi dinlerde kanlı kurbanın ilk örneği Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ve Kâbil’in Tanrı’ya sundukları kurbandır. Hemen hemen her kültür ve medeniyette olduğu gibi kurban, Türk kültürünün de önemli bir halkası konumundadır. Türk kültüründe kansız kurbanlar saçı geleneği çerçevesinde değerlendirilir. Kanlı kurban Türk içtimai hayatının bütün safhalarında icra edilen en eski ritüellerden biridir. Doğum, ölüm ve evlenme gibi hayatın dönüm noktasını teşkil eden törenler, bayramlar, şölenler ve mezar ziyaretleri kurban sunguları için zemin oluşturmaktadır. Geleneksel Türk inancında hasta bir kimsenin iyileşmesi, günahların affı, kaza belanın def edilmesi yani kısaca toplumsal huzurun inşası beklentisiyle kurban ritüeli gerçekleştirilir. İslamiyet öncesi Türk kültüründe de kanlı kurban pratiği bulunmakla birlikte kanlı kurban ritüelinin kökeni Hz. İbrahim anlatısına dayanır. Türkler İslamiyet öncesi eski inanç sistemleri ile daha önce Anadolu’da var olan kültürlerin inanç sistemlerini İslamiyet ile harmanlamış, çeşitli inanç sistemlerine özgü ritüelleri yaygın şekilde kullanmışlardır. Türk kültüründe kurban kültüne ait inanış ve uygulamaların izini klasik Türk şiirinde sürmek mümkündür. Klasik Türk şairlerinin misafir kurbanı, adak kurbanı, hedy kurbanı ve sadaka kurbanı gibi kurban sunma motifleri etrafında hayaller kurdukları görülmektedir. Tekbir getirmek, kurbanı kıbleye çevirmek, kurbanı bağlamak, kurban kanını alna sürmek ve kurban etini pay etmek şairlerin şiirlerinde konu ettiği kurban ibadetine ait ritüellerdendir. Klasik Türk şiirinde kurban kültünün ele alındığı bu çalışmadan yola çıkılarak klasik Türk şiirinin folklorik bakımdan zengin bir malzeme barındırdığı ve yapılacak çalışmalarla bu kültürel zenginliğin gözler önüne serilebileceği sonucu çıkarılabilir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
26

BARANOĞLU, Şahin. "OSMANLI TÜRKÇESİ." Folklor Akademi Dergisi, November 7, 2023. http://dx.doi.org/10.55666/folklor.1375418.

Full text
Abstract:
Yakın geçmişte ülkemizde ortaöğretimde Osmanlıca dersinin okutulması tartışmaları yaşandı. Dilimizin bir döneminin adı olarak Osmanlıca teriminin kullanılışı, 1850’lerde Ahmet Cevdet Paşalarla başlamıştır ki daha önceleri dilimiz için Türkçe veya Türkî denmiştir. Bu çalışmada söz konusu tartışmanın yaşandığı günlerin lehte ve aleyhteki görüşleri karşılaştırılıp tıpkı Özleştirmecilik tartışmaları gibi Osmanlıca tartışmalarının da dilimize zarar verdiği görüşü işlenecektir. Bu durum sadece Osmanlı Türkçesine has değil bütünüyle dil ve kültür tarihimizin özelliğidir. Türk adı bin yıldır hepimizi temsil ettiği hâlde Fatih Kanunnamesi’nde türk, köylü anlamındadır. Divânü Lugâti't-Türk’te ise “Türklerin ‘mün’ dediğine Oğuz, Kıpçak, Suvarlar ‘bün’ derler.” ifadesi vardır. Batı Türkçesinin eserlerinde bile Oğuz’un kelime anlamı ebleh’tir. Söz konusu farklılık, zenginlik ve derinlik çok kültürlü çok milletli çok dinli bir yapı olan Osmanlı’da zirveye ulaşmıştır. Araplar Sami dillerinden, Farslar Hint Avrupa, Türkler Ural Altay ve hepsi Osmanlı’nın içinde! Yani dünya kültürünün neredeyse tamamı var Osmanlı Türkçesinin içinde. Osmanlı’nın harflerinden hatta dilinden önce öğrenmemiz gereken gerçek bu! En ağdalı beyitlerin yüklemleri hep Türkçedir. Hâlbuki kelimesini oluşturan yapıların dilleri, çok zaman onu anlayamadığımız için üzerinde kavga ettiğimiz Osmanlı Türkçesinin üniversal özelliğinin sembolüdür. Yine bu çalışmada Osmanlı Türkçesinin özellikle yüklem ve kelime grubu teşkilinde görülen bu ifade gücünün asıl kaynağının Türkçe olduğu, anlam örgüsünün Türkçenin kurallarıyla oluştuğu ortaya konulup söz konusu durum, değişik yüzyıllarda eser vermiş şairlerden ve günümüz sanatçılarından örneklerle ortaya konacaktır. Yer yer günümüz Türkçesi gibi konuşan Tonyukuk’tan, Kutadgu Bilig’de yüzüng açık tut tabirini muhatabına sıcak davran anlamında kullanan Yusuf Has Hacib’den ve isig öz (hayat), et öz (vücut), öz yaş (ömür), tüş et öz (ebedî vücut), ulug suv (deniz), yir suv (dünya) gibi yapıları eserlerinde ve gündelik hayatlarında kullanan Uygurlara kadar uzanacak bu kullanım örnekleriyle Osmanlı Türkçesi ve dolayısıyla günümüz Türkçesindeki binlerce yıllık birikim açıklanacaktır. Dil tartışmalarında söz konusu bütünleyici dağılımı göz ardı etmemeliyiz; zira biz Osmanlı, Türk, Türkmen, Tatar gibi kelimeler üzerinde bir türlü anlaşamasak da Doğu’da ve Batı’da Türk ve Müslüman için aynı kelimeler kullanılmakta: Hui hui, Crescent.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
27

DÖGÜŞ, Necati. "A Case of Teen Marriage in the 19th Century Istanbul or The Trajectory of Nesibe’s Wedlock." Hitit İlahiyat Dergisi, June 1, 2022. http://dx.doi.org/10.14395/hid.1073067.

Full text
Abstract:
Çocuk evlilikleri tarihe mal olmuş bir konu veya “geçmişe ait bir mesele” değildir. Hukukî, sosyal, iktisadî, psikolojik ve antropolojik kökleri olan ve bu bağlamda ele alınması gereken bu konu, günümüzde sadece Türkiye’de değil bazı gelişmiş ülkeler de dahil tüm dünyada çözüm bekleyen global ve yakıcı bir problem olarak durmaktadır. Bunun yanında çocuk yaşta yapılan evlilikler sadece İslam-Osmanlı hukukuna has olmayıp Çin, Japonya, Hint, Roma, Mısır ve Atina medeniyetlerinde de bu uygulamaya tesadüf edilmektedir. Ayrıca sadece İslam dininde değil Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer tek tanrılı dinlerde de görülen bir olgudur. Dolayısıyla bu uygulamayı tek bir topluma, kültüre, medeniyete ve dine mal etmek doğru değildir. Bu anlamda çocuk evlilikleri dinî referans alan bir uygulamadan çok evlilik ve aile mefhumuna yüklenen anlamla irtibatlı olup bu mananın pratik hayata yansımasından ibarettir. Çocuk evlilikleri konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için İslam ve Osmanlı Hukuku’nda çocuk kavramına yüklenen mananın doğru olarak anlaşılması gerekmektedir. Zira günümüzde çocuk olarak kabul edilenler henüz bir asır öncesine kadar hukukî ve sosyal sorumluluklar bağlamında yetişkin bir birey olarak kabul edilmekteydi. Bu sebeple Osmanlı döneminde erken yaştaki evlilikler ele alınırken çocuk kavramının günümüzde ne ifade ettiğinden çok o devrin dünyasında neye karşılık geldiğini anlamak gerekmektedir. Yoksa günümüz anlayışıyla yüzyıl veya öncesini değerlendirmeye çalışmak bu evliliklerin sağlıklı bir şekilde anlaşılmasına engel teşkil edecektir.&#x0D; İslam aile hukukunu benimseyip uygulayan Osmanlı Devleti’nde 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi’ne kadar, evlilik yaşı hususunda devletin resmi mezhebi olan Hanefi görüşü doğrultusunda herhangi bir yaş sınırı söz konusu olmamıştır. Yine Hanefi mezhebinin kanaati doğrultusunda “velayet-i icbar” adı verilen evlendirme yetkisi de oldukça geniş bir akraba zümresine tanınmıştır. Bu anlayışın bir sonucu olarak Osmanlı döneminde çocuklar baba, dede veya diğer akrabalar tarafından erken yaşlarda evlendirilmişlerdir. Kadınların erken evlendirilmesi eğiliminin zaten mevcut olduğu Osmanlı toplumunda bu eğilim küçük kızların evlendirilmesi konusunda da kendini göstermektedir. Kız çocuklarının erken evlendirilmesi sebeplerinin başında ekonomik etkenler gelmekle birlikte namus mefhumuna çok fazla değer verilen Osmanlı toplumunda kızların iffet ve bekaretlerinin korunması düşüncesi de en az iktisadi sebepler kadar önem arz etmektedir. Bunun yanında uygun adayın bulunması halinde fırsatın kaçırılmak istenmemesi, çok nüfuslu ailelerde bir çocuğun masraflarından erkenden kurtulmak istenmesi gibi sebepler de anılmaya değer diğer etkenler arasındadır. &#x0D; Erken evlendirilen kız çocuklarının içerisinde yetimlerin sayısı azımsanmayacak orandadır. Bu oranın fazlalığı babaları vefat eden kız çocuklarının istikballerinin erkenden güvence altına alınmak istenmesi gibi iyi bir niyete dayanmaktadır. Ancak yetim kız çocuklarının evlendirilmeleri hususunda daima bu iyi niyetin söz konusu olmadığı, bu durumun bazen akraba veya diğer yakınlar tarafından istismar edildiği de arşiv vesikalarına yansıyan gerçekler arasındadır. İşte makalemizin konusunu teşkil eden yetim Nesibe’nin evlilik olayında bu durumu gözlemlemek mümkündür. 13 yaşlarında olduğu bilinen Nesibe’nin babası vefat etmiş bu sebeple kendisine hukuki olarak bir vasi tayin edilmiştir. Annesi Hayriye Hanım ise hala hayattadır. Buna rağmen kısa süreliğine misafireten gittiği Beykoz’da ablası tarafından evlendirilmiştir. Bu evlilikten ne annesi ne de hukuki vasisinin haberi vardır. Bu evliliği duyan annesi Hayriye Hanım, vasisi olan Hafız Halid Efendi ile beraber Zabtiye Nezareti’ne verdikleri arzuhalde durumu şikâyet etmişlerdir. Ancak şikâyet için verdikleri arzuhalde kendileri de Nesibe’yi üç ay önce Şevket Efendi adında namuslu biri ile evlendirdiklerini ifade etmektedirler. Bu durumda yetim Nesibe henüz 13 yaşında olmasına rağmen önce anne ve vasisi tarafından sonra da ablası tarafından evlendirilmiş olmaktadır. &#x0D; İşte bu makalede henüz 13 yaşında iki defa evlendirildiği iddia edilen Nesibe’nin evlilik olayının Zabtiye Nezareti’ne yapılan şikâyetten sonraki serencamı ele alınmaktadır. Konu resmî daireler arasında dolaşan evraklar üzerinden bir nevi iz sürerek takip edilecektir. Mevzuyu teşkil eden evraklar Başkanlık Osmanlı Arşivi’nde Şûrâ-yı Devlet fonuna ait 782 dosya ve 26 gömlek numaralı belgede toplanmış olup toplam 11 evraktan oluşmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
28

DÖGÜŞ, Necati. "A Case of Teen Marriage in the 19th Century Istanbul or The Trajectory of Nesibe’s Wedlock." Hitit İlahiyat Dergisi, June 1, 2022. http://dx.doi.org/10.14395/hid.1073067.

Full text
Abstract:
Çocuk evlilikleri tarihe mal olmuş bir konu veya “geçmişe ait bir mesele” değildir. Hukukî, sosyal, iktisadî, psikolojik ve antropolojik kökleri olan ve bu bağlamda ele alınması gereken bu konu, günümüzde sadece Türkiye’de değil bazı gelişmiş ülkeler de dahil tüm dünyada çözüm bekleyen global ve yakıcı bir problem olarak durmaktadır. Bunun yanında çocuk yaşta yapılan evlilikler sadece İslam-Osmanlı hukukuna has olmayıp Çin, Japonya, Hint, Roma, Mısır ve Atina medeniyetlerinde de bu uygulamaya tesadüf edilmektedir. Ayrıca sadece İslam dininde değil Yahudilik ve Hristiyanlık gibi diğer tek tanrılı dinlerde de görülen bir olgudur. Dolayısıyla bu uygulamayı tek bir topluma, kültüre, medeniyete ve dine mal etmek doğru değildir. Bu anlamda çocuk evlilikleri dinî referans alan bir uygulamadan çok evlilik ve aile mefhumuna yüklenen anlamla irtibatlı olup bu mananın pratik hayata yansımasından ibarettir. Çocuk evlilikleri konusunun daha iyi anlaşılabilmesi için İslam ve Osmanlı Hukuku’nda çocuk kavramına yüklenen mananın doğru olarak anlaşılması gerekmektedir. Zira günümüzde çocuk olarak kabul edilenler henüz bir asır öncesine kadar hukukî ve sosyal sorumluluklar bağlamında yetişkin bir birey olarak kabul edilmekteydi. Bu sebeple Osmanlı döneminde erken yaştaki evlilikler ele alınırken çocuk kavramının günümüzde ne ifade ettiğinden çok o devrin dünyasında neye karşılık geldiğini anlamak gerekmektedir. Yoksa günümüz anlayışıyla yüzyıl veya öncesini değerlendirmeye çalışmak bu evliliklerin sağlıklı bir şekilde anlaşılmasına engel teşkil edecektir.&#x0D; İslam aile hukukunu benimseyip uygulayan Osmanlı Devleti’nde 1917 Hukuk-ı Aile Kararnamesi’ne kadar, evlilik yaşı hususunda devletin resmi mezhebi olan Hanefi görüşü doğrultusunda herhangi bir yaş sınırı söz konusu olmamıştır. Yine Hanefi mezhebinin kanaati doğrultusunda “velayet-i icbar” adı verilen evlendirme yetkisi de oldukça geniş bir akraba zümresine tanınmıştır. Bu anlayışın bir sonucu olarak Osmanlı döneminde çocuklar baba, dede veya diğer akrabalar tarafından erken yaşlarda evlendirilmişlerdir. Kadınların erken evlendirilmesi eğiliminin zaten mevcut olduğu Osmanlı toplumunda bu eğilim küçük kızların evlendirilmesi konusunda da kendini göstermektedir. Kız çocuklarının erken evlendirilmesi sebeplerinin başında ekonomik etkenler gelmekle birlikte namus mefhumuna çok fazla değer verilen Osmanlı toplumunda kızların iffet ve bekaretlerinin korunması düşüncesi de en az iktisadi sebepler kadar önem arz etmektedir. Bunun yanında uygun adayın bulunması halinde fırsatın kaçırılmak istenmemesi, çok nüfuslu ailelerde bir çocuğun masraflarından erkenden kurtulmak istenmesi gibi sebepler de anılmaya değer diğer etkenler arasındadır. &#x0D; Erken evlendirilen kız çocuklarının içerisinde yetimlerin sayısı azımsanmayacak orandadır. Bu oranın fazlalığı babaları vefat eden kız çocuklarının istikballerinin erkenden güvence altına alınmak istenmesi gibi iyi bir niyete dayanmaktadır. Ancak yetim kız çocuklarının evlendirilmeleri hususunda daima bu iyi niyetin söz konusu olmadığı, bu durumun bazen akraba veya diğer yakınlar tarafından istismar edildiği de arşiv vesikalarına yansıyan gerçekler arasındadır. İşte makalemizin konusunu teşkil eden yetim Nesibe’nin evlilik olayında bu durumu gözlemlemek mümkündür. 13 yaşlarında olduğu bilinen Nesibe’nin babası vefat etmiş bu sebeple kendisine hukuki olarak bir vasi tayin edilmiştir. Annesi Hayriye Hanım ise hala hayattadır. Buna rağmen kısa süreliğine misafireten gittiği Beykoz’da ablası tarafından evlendirilmiştir. Bu evlilikten ne annesi ne de hukuki vasisinin haberi vardır. Bu evliliği duyan annesi Hayriye Hanım, vasisi olan Hafız Halid Efendi ile beraber Zabtiye Nezareti’ne verdikleri arzuhalde durumu şikâyet etmişlerdir. Ancak şikâyet için verdikleri arzuhalde kendileri de Nesibe’yi üç ay önce Şevket Efendi adında namuslu biri ile evlendirdiklerini ifade etmektedirler. Bu durumda yetim Nesibe henüz 13 yaşında olmasına rağmen önce anne ve vasisi tarafından sonra da ablası tarafından evlendirilmiş olmaktadır. &#x0D; İşte bu makalede henüz 13 yaşında iki defa evlendirildiği iddia edilen Nesibe’nin evlilik olayının Zabtiye Nezareti’ne yapılan şikâyetten sonraki serencamı ele alınmaktadır. Konu resmî daireler arasında dolaşan evraklar üzerinden bir nevi iz sürerek takip edilecektir. Mevzuyu teşkil eden evraklar Başkanlık Osmanlı Arşivi’nde Şûrâ-yı Devlet fonuna ait 782 dosya ve 26 gömlek numaralı belgede toplanmış olup toplam 11 evraktan oluşmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
We offer discounts on all premium plans for authors whose works are included in thematic literature selections. Contact us to get a unique promo code!