Academic literature on the topic 'Müşrikler'

Create a spot-on reference in APA, MLA, Chicago, Harvard, and other styles

Select a source type:

Consult the lists of relevant articles, books, theses, conference reports, and other scholarly sources on the topic 'Müşrikler.'

Next to every source in the list of references, there is an 'Add to bibliography' button. Press on it, and we will generate automatically the bibliographic reference to the chosen work in the citation style you need: APA, MLA, Harvard, Chicago, Vancouver, etc.

You can also download the full text of the academic publication as pdf and read online its abstract whenever available in the metadata.

Journal articles on the topic "Müşrikler"

1

Kılıç, Hasan. "Şefaat Düşüncesinin Kurtubî Tefsirindeki İzdüşümü." Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 12, no. 1 (2025): 145–70. https://doi.org/10.17859/pauifd.1638716.

Full text
Abstract:
Şefaatin kapsam ve mahiyetiyle ilgili Ehl-i Sünnet ve Mu‘tezîle arasındaki tartışmalar tefsirlere de yansımış; müfessirler müntesibi olduğu mezhep doğrultusunda muhaliflerinin görüşlerini tahlil etmiştir. Ehl-i Sünnet’e mensup müfessirlerden biri olan Kurtubî de tövbe etmeyen günahkâr müminlerin şefaatten yararlanamayacağı iddiasındaki Mu‘tezîle’yi eleştirmiştir. Bu eleştirilerin yoğunlaştığı bir başka nokta putlar başta olmak üzere müşrikler tarafından kutsiyet atfedilen varlıkların şefaatine yöneliktir. Kurtubî bu amaçla şefaatin gerçekleşmesini şarta bağlayan âyetleri tevhid inancı ortak paydasında çok yönlü bir okumaya tabi tutarak şirk düşüncesinin tutarsızlığını ortaya koymuştur. Kurtubî’nin konu hakkındaki görüşleri sadece şefaat âyetlerini yorumlamadan ibaret değildir. Hz. Peygamber’in efdaliyeti, cehennemin ebedîliği, uhrevî büyük mükâfatların mahiyeti gibi çeşitli konularda Kurtubî ulaştığı sonuçları delillendirebilmek için şefaatle ilgili bilgilerden yararlanmaktadır. Şefaat düşüncesinin taşıdığı bu önem sebebiyle çalışmada Kurtubî’nin konu hakkındaki görüşleri tahlili ve mukayeseli bir yöntemle ele alınacaktır. Bu kapsamda ulaşılan sonuçların özgünlüğünü ortaya koyabilmek amacıyla klasik tefsir kaynaklarında konuyla ilgili öne çıkan görüşlere de yer verilecektir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
2

Kocakaplan, Nursema. "Haberci Olarak Şâir, Kâhin ve Nebî: Fârâbî ve İbn Sînâ Bağlamında Bir Değerlendirme." Nazariyat İslam Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi (Journal for the History of Islamic Philosophy and Sciences) 9, no. 1 (2023): 31–54. http://dx.doi.org/10.12658/nazariyat.9.1.m0197.

Full text
Abstract:
İnsanlardaki nefsin yatkınlık seviyesi ve mizacın denge oranı eşit düzeyde olmadığından onların Ayüstü âlemden ulaşan haber içerikli mesajları kabullerinde farklılıklar ortaya çıkar. Akıl yetisi yetkin, sezgisi kuvvetli, taklit kabiliyeti yüksek olan insanların diğerlerine kıyasla Ayüstü âlemden feyz edileni kabulü güçlüdür. Makalede metafizik tözlerden iletileni kabul eden ve bilinmeyen olaylara ilişkin haber veren insanlar hakkındaki bilgi üç aşamalı olarak verilmiştir: (a) Platon’un şâir, kâhin, âşık arasında yaptığı ayrımın Aristoteles ve Plutarkhos felsefesindeki yeri. (b) İslam öncesi dönemde şâir ile kâhinlerin konumu ve müşrikler tarafından Hz. Muhammed’e hem şâirlik hem de kâhinlik atfedilmesi, Hz. Muhammed’in ayetlerde nebî olarak tanımlanması. (c) Fârâbî’yle İbn Sînâ’nın şâir, kâhin, âşık ve nebîye yükledikleri anlam. Bu çerçevede ‘Hem Fârâbî hem de İbn Sînâ’nın şâir-kâhin hakkındaki fikirlerinin felsefî temelleri ve nebî kavramıyla ilgili görüşlerinin dinî dayanağı nedir’ sorularına cevap aranmaya çalışılmıştır. Bu sorulara yanıt bulmaya gayret gösterilirken nübüvvetin şiir ve kehânetten üstünlüğü göz önünde bulundurularak nebînin şâir, kâhin ve âşıktan farklı olduğunu belirleme hedeflenmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
3

Arı, Ümmühan. "Sahâbenin Hz. Peygamber’e Hitap Şekli." Akademik Siyer Dergisi, no. 10 (June 30, 2024): 67–86. http://dx.doi.org/10.47169/samer.1472041.

Full text
Abstract:
Hz. Peygamber’i görüp onun getirdiği dine iman eden insanlar sahâbe olarak adlandırılmıştır. Sahâbenin Hz. Peygamber ile samimi veya zorunlu ilişkisi, nebevî eğitimden geçip geçmeme durumu, Resûlullah’a karşı beslediği sevgi ve saygı duygularının derecesi Hz. Peygamber’e hitaplarını etkilemiştir. Hz. Peygamber’in bulunduğu coğrafyada yaygın olan hitap kalıpları sahâbe tarafından da kullanılmıştır. Bununla birlikte Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’e hitap biçimleri yine sahâbenin hitap şekli üzerinde etkili olmuştur. Arap geleneğine uygun olan “Ya İbn Abdilmuttalib!, Ya İbn Abdillah!, Ya Muhammed! ve Ya Ebe’l-Kâsım!” hitapları çalışmamızın ilk dört başlığını oluşturmaktadır. Hem Müşrikler hem Ehl-i kitap hem de Müslümanlar Resûlullah’a bu şekilde hitap etmişlerdir. Hz. Peygamber’in babasının kendisi doğmadan vefat etmesi, “Ya İbn Abdillah!” hitabının daha az bilinmesinde etkili olmuştur. Bunun yanı sıra “Ya İbn Abdilmuttalib!” şeklinde dedesine nispet edilerek hitap edildiği birçok rivayet bulunmaktadır. “Ya Muhammed!” ve “Ya Ebe’l-Kâsım!” hitapları ise sahâbe içerisinde daha çok bedevîlerin sesleniş biçimi olarak ön plana çıkmaktadır. Hz. Peygamber çocuklara, Muhammed isminin verilmesine müsaade etmiş ancak kendi künyesi ile künyelenilmesine müsaade etmemiştir. “Ya Hayra’l-beriyye!” hitabıyla ilgili sadece bir rivayet bulunması, bu hitabın yaygın olmadığını göstermektedir. Günümüzde yaygın bir şekilde kullanılan “Ya Habîballah!” hitabının ise sahâbe döneminde mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Sahâbe arasında daha sık rastlanan hitap şeklinin Kur’ân’da da geçen “Ya Nebiyyallah!” ve “Ya Resûlallah!” kalıpları olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber’in elçilik vazifesine vurgu yapılarak hitap edilmesi ona duyulan saygı ve sevgiyi göstermekte ve sahâbenin samimiyetini temsil etmektedir. Bu hitap biçimlerinden her biri hitap edenin Resûlullah’a tutumunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla İslâm tarihi kaynaklarına yansıyan hitap biçimlerinin bilinmesi Hz. Peygamber’e örtülü bir şekilde de olsa düşmanca ya da dostça yaklaşan isimlerin bilinmesini de sağlayacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
4

Şahin, Süleyman. "Fıkhî Açıdan Altın ve Gümüş Dışındaki Madenlerin ve Kıymetli Taşların Ziynet Amaçlı Kullanımı." Cumhuriyet İlahiyat Dergisi 29, no. 1 (2025): 207–26. https://doi.org/10.18505/cuid.1620212.

Full text
Abstract:
Ziynet kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de hem maddi hem de manevi güzelliklerin bir ifadesi olarak ele alınırken fıkıh disiplini içinde daha çok maddi süslenme aracı olan ürünler için kullanılmıştır. Altın ve gümüş, tarih boyunca ziynet eşyalarının temel maddeleri olmuş, ancak demir, bakır ve diğer madenlerin kullanımı fıkhî açıdan tartışmalı bir konu olarak kabul edilmiştir. Altın ve gümüş dışındaki madenlerin ziynet olarak kullanımına dair fıkıh kaynaklarında sınırlı bilgiler bulunmakta, bu konu genellikle yüzük kullanımı özelinde ele alınmaktadır. Hadislerde ve mezheplerin yorumlarında bu madenlerin kullanımına dair farklı görüşler mevcuttur. Dolayısıyla makale, demir ve bakır gibi madenlerle kıymetli taşların ziynet amaçlı kullanımını incelemektedir. Çalışmada öncelikle, altın ve gümüş dışındaki madenlerden ziynet edinmeyi yasaklayan ve cevazına imkân tanıyan rivayetler ele alınmış, ardından fakihlerin konu hakkındaki görüşleri değerlendirilmiştir. Erkeklerin altın kullanımı çoğunluğun görüşüne göre haram kabul edilirken, gümüş yüzük takmalarına da izin verilmiştir. Demir ve bakır gibi madenlerden yapılan ziynet eşyaları ise, Hz. Peygamber’in bu tür eşyaları müşriklere veya putlara benzetmesi nedeniyle hem kadınlar hem de erkekler için mekruh veya haram olarak nitelendirilmiştir. Ancak demir yüzüğün mehir olarak kabul edildiğine dair hadisten hareketle bazı fıkhî yorumlar, bu tür madenlerin kullanımına cevaz veren bir yaklaşımın da mevcut olduğunu göstermektedir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri bu tür ziynetleri mekruh görürken, Şâfiî mezhebi caiz kabul etmektedir. Rivayetlerin demir ve bakırı putların yapı malzemesi ve müşriklerin takısı olarak nitelemesi, bu hususların hükmün illeti olduğu yönünde bazı yorumlara zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda modern çağda hükmün illetinin anlamını yitirmiş olabileceği düşünülmektedir. Çünkü günümüz toplumlarında bu tür ürünlerin şirk unsurlarına veya müşriklere benzeme gibi olgularla ilişkilendirilmemesi ve ilgili illeti barındırmaması gerekçesiyle kullanımının caiz olduğu ifade edilebilir. Günümüzde çelik, platin gibi madenlerden yapılan imitasyon takıların yaygınlaşması, bu tür ürünlerin fıkhî hükmünün yeniden ele alınmasını gerektirmiştir. Benzer bir şekilde literatürde kıymetli taşların ziynet olarak kullanımı da tartışma konusu edilmiştir. Genel anlamda kıymetli taşların cevaz yönü ön planda olmakla birlikte bazı Hanefî alimler demir ve bakıra, yine bazı Mâlikî alimler ise altın ve gümüşten edinilen kap ve kacaklara kıyasla olumsuz kanaat belirtmişlerdir. Sonuç olarak, altın ve gümüş dışındaki madenlerin ziynet amacıyla kullanımına dair fıkhî hükümler, rivayetlerin tarihsel bağlamı, hükmün illetleri ve günümüz şartları dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Neticede fıkıh disiplininin temel prensipleri ışığında, bu tür madenlerin ziynet olarak kullanılmasının, illeti ortadan kalkan yasakların bağlayıcılığını yitirdiği ve örfün de olumlu bir rol oynadığı durumlarda caiz olacağı kanaatine ulaşılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
5

Kılıç, Hasan. "Kur’ân’a Göre Âhiretteki Sorgunun Mahiyeti." Harran Theology Journal, no. 51 (June 10, 2024): 247–68. http://dx.doi.org/10.30623/hij.1434879.

Full text
Abstract:
Âhiret hayatına ilişkin yapılan tasvirler Kur’ân’da en yoğun şekilde işlenen konular arasında yer almaktadır. Bunun en temel sebebi, âhiret inancı ve hesap verme bilincini insanın zihin ve gönlüne yerleştirerek davranışlarının olumlu yönde değişimini sağlayabilmektir. Ayrıca birçok farklı olay ve hadisenin yaşandığı âhiretin çeşitli aşamaları hakkında muhatapları bilgilendirmek de bu sebepler arasında yer almaktadır. İnsanın yaptıklarının hesabını vermek üzere sorguya çekileceği süreç âhiretin önemli aşamalarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Sorgu âhiretin en temel esaslarından biri olmasına rağmen bazı âyetlerde bu gerçekle çelişecek şekilde günahkâr ve suçluların sorguya çekilmeyeceğine, onların konuşmasına, özür beyanında bulunmasına müsaade edilmeyeceğine dair çeşitli bilgilere rastlanmaktadır. Âyetler arasındaki bu müşkillik genellikle âhiret gününün çok uzun bir zaman dilimini içeren farklı aşamalardan oluştuğu, bu aşamaların bazılarında sorgu yapılacağı, bazılarında ise sorgunun olmayacağı şeklindeki teoriyle izale edilmiştir. Ancak Kur’ân’da kıyamet-âhiret süreçlerinin sistemli bir aşama ve sıralama çerçevesinde anlatma gibi bir gayenin bulunmaması önerilen çözüm yöntemini yetersiz hale getirmektedir. Âyetlerin bağlamı ve konuyla ilgili rivayet malzemesi birlikte değerlendirildiğinde çelişki arz eden hususların her biri esasında âhiret hayatının korkunç ahvaline yönelik farklı anlam çağrışımları yapmaktadır. Buna göre sorguya çekme, işledikleri kötü söz ve eylemler sebebiyle suçlu ve günahkârların kusurlarını, hatalarını ortaya dökerek onları rezil etme ve aşağılama amacına matuftur. Sorguyu nefyeden ifadeler ise azabı hak eden kimselere kesinlikle merhamet edilmeyeceğini, onlar için özür ve mazerette bulunma müddeti kadar bile süre verilmeden cehenneme atılacakları uyarı ve ikazını içermektedir. Sorgunun azarlama ve kınama eylemine dayalı psikolojik bir azap vasıtası olması sebebiyle bu incitici muameleye maruz kalacak grup olarak müşrikler ön plana çıkmakla beraber bazı âyetlerde müminlerin hatta peygamber ve meleklerin sorguya çekileceğine işaret edilmektedir. Bu bakımdan çalışma konuyla ilgili müşkillik arz eden hususları açıklığa kavuşturma, sorgunun işlenen ameller hakkında bilgi sahibi olmaktan ziyade kötü amel sahiplerinin psikolojik şiddete maruz kalacağı bir aşamaya tekabül ettiğini vurgulama amacı taşımaktadır. Bunun için ilk olarak sorgu süreci ve bu süreçle çelişen âyet ifadelerinin genel bir değerlendirmesi yapılarak âhiretteki sorgunun günahkârlara yönelik uyarı ve tehdit anlamı içerdiği belirtilecektir. Ardından Kur’ân’da sorgulanacak hususlar muhatap kitleyi gözeten bir tasnif doğrultusunda incelenecektir. Bu sayede sorgu konusu yapılacak söz ve eylemlerin benzerlikleri, ortak noktaları tespit edileceği gibi peygamber ve melekler için bu sürecin taşıdığı anlama ilişkin belirli bir kanaate ulaşılacaktır. Son olarak ise cennete girecek müminlerin sorgulanıp sorgulanmayacakları veya bu süreç sırasında müşriklerden farklı olarak güzel muamelelerle karşılaşacaklarına dair Mâverdî (öl. 450/1058) kaynaklı bilgi malzemesi, sorgunun mahiyet ve kapsamı çerçevesinde tartışmaya açılacaktır. Araştırmanın kapsamı Kur’ân’daki âhiretteki sorguyla ilişkili âyet ifadelerinin tahlil ve analiz edilmesiyle sınırlı olmakla birlikte çalışmada bu sürece işaret eden başka âyetler de inceleme konusu yapılacaktır. Yöntem olarak tahlilî metot izlenerek, Kur’ân’daki ifadelerin anlamını tespit etmede âyetin bulunduğu bağlam ve konu bütünlüğü hareket noktası olacaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in hadisleri başta olmak üzere konuyla ilgili rivayet malzemesi gerek doğru anlamı belirlemede gerekse varılan neticenin tutarlılığını tespit etmede daima göz önünde tutulacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
6

Sağlam, Nevzat. "Münafıkların Lideri Olarak Abdullah b. Übey b. Selûl." Journal of The Near East University Faculty of Theology 9, no. 2 (2023): 268–88. http://dx.doi.org/10.32955/neu.ilaf.2023.9.2.09.

Full text
Abstract:
İslam’ın ve Müslümanların tarih boyunca birçok düşmanı olmuştur. Bu düşmanların en tehlikelilerinin küfür ve İslam’a düşmanlığını gizleyerek Müslüman gibi görünen münafıklar olduğunda şüphe yoktur. Münafıklar düşmanlıklarını açıkça izhar etmediklerinden İslam toplumunu içerden bir kurt gibi kemirerek çökertmeye çalışmış, İslam’a ve Müslümanlara çok büyük zararlar vermişlerdir. Mekke döneminde Müslümanlar zayıf ve güçsüz, müşrikler ise otorite ve güç sahibi idi. Bu yüzden İslam düşmanlarının, kendilerini gizlemelerine ve gizli bir faaliyet içinde olmalarına ihtiyaçları yoktu. Zira Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı açıkça düşmanlıklarını zaten sürdürüyorlardı. Bu sebeple nifak hareketi, Medine’de ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti, buradaki siyasi, idari ve dini dengeleri altüst etmiştir. İslam’a yöneliş, Müslümanları güçlendirmiş ve kısa sürede Medine’de hâkim güç haline getirmiştir. Bu durum hicretin hemen öncesinde Medine’de krallık tacını giymeye hazırlanan Abdullah b. Übey b. Selûl için büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. İktidarının ve siyasi ikbalinin önünde en büyük engel olarak Hz. Peygamber’i gören Abdullah b. Übey b. Selûl, samimi bir mümin olarak ona tabi olmayı kabullenememiştir. Hz. Peygamber’e kalbinde derin kin ve düşmanlık beslediği halde açıktan düşmanlık yapmaya cesaret edemediği için Bedir zaferinden sonra İslam’a girdiğini ilan ederek Müslüman gibi görünmeyi tercih etmiştir. Hayatı boyunca nifak hareketlerinin öncülüğünü yapan Abdullah b. Übey, etrafında toplanan gönlüne imanı sindirememiş münafık denilen zümrenin reisi olmuştur. Bu çalışmada, Abdullah b. Übeyy’in soyu, kişiliği, onun toplum nezdindeki durumu, Resûl-i Ekrem ve İslam aleyhine yürüttüğü fitne, fesat faaliyetleri ele alınmıştır. Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara kindarlığı ve düşmanlığının sebepleri, planladığı ve içinde yer aldığı yıkıcı ve bölücü faaliyetler, bu faaliyetlerde izlediği strateji üzerinde durulmuştur. Adı nifak hareketleriyle özdeşleşmiş olan ve tarih boyunca fitne hadiseleriyle anılan Abdullah b. Übeyy’in, Hz. Peygamber döneminde askeri, siyasi ve sosyal olaylarda üstlendiği rol ve takındığı tavır irdelenmiştir. Başta Uhud olmak üzere Benî Mustalik ve Tebük Gazvelerinde Müslümanların dirençlerini kırarak cihattan alıkoymak, çatışma çıkararak İslâm ordusunu içten çökertmek için başını çektiği nifak hadiseleri konu edilmiştir. Yahudilerle dostluğunun bir tezahürü olarak Benî Kaynuka ve Benî Nadir Yahudilerinin Medine’den sürgün edilmelerine engel olma çabaları, sergilediği davranış ve sebepleri belirlenmeye çalışılmıştır. Hz. Peygamber’in, münafıkların lideri konumunda bulunan İbn Übeyy’e karşı, hem hayatında hem ölümünden sonra nasıl davrandığı ve nasıl bir strateji izlediği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Böylece önderlik ettiği nifak olaylarıyla, münafık bir liderin İslam’a ve Müslümanlara verdiği zararların boyutları tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın ana kaynaklarını İslam Tarihi kaynakları oluşturmaktadır. Bununla birlikte, Kur’an-ı Kerim’de Tevbe, Haşr ve Bakara gibi muhtelif sûrelerde tarihi olaylarla bağlantılı olarak münafıklardan bahsedilmekte, ayrıca Münâfikûn adıyla da müstakil bir sûre bulunmaktadır. Bu sûrelerde münafıkların itikadî durumları, psikolojik ve ahlâkî bozuklukları, toplumsal hayattaki yerleri, Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı tavır ve davranışları, ahiretteki yerleri ve mevkilerine ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Çalışmada gerekli yerlerde bu ayetlere de atıflar yapılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
7

Yılmaz, Ali. "MEKKELİ MÜŞRİKLERİN HZ. MUHAMMED’E KARŞI AŞIRI MUHALEFETLERİNİN ÖTEKİ YÜZÜ." Kilis 7 December University Journal of Theology 10, no. 10 (2019): 59–89. http://dx.doi.org/10.29228/k7auifd.10.3.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
8

Kelebek, Mustafa, and Emre İlbars. "Cahiliye Dönemi Araplarında Hukukun Kaynağı Problemi." Journal of The Near East University Islamic Research Center 10, no. 1 (2024): 264–84. http://dx.doi.org/10.32955/neu.istem.2024.10.1.11.

Full text
Abstract:
İslam öncesi Arap Yarımadası, çeşitli sosyo-ekonomik ve kültürel dinamiklerin etkisi altında olan bir bölgeydi. Bu dönemde Cezîratü’l-Arab çöldeki bedevi kabilelerinden, şehirleşmiş Hadarî topluluklara kadar geniş bir yelpazede yaşam biçimleriyle tanınmaktaydı. Özellikle Müşrikler, putperest inanç sistemine sahip olan ve çeşitli tanrı ve tanrıçalara tapınan Araplar olarak bilinmekteydiler. Bu şirk inançarı, kabile taassubuyla birleştiğinde Arap toplumunun sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının oluşmasında ana role saipti. Zira Cahiliye dönemi Araplarının dinî ve kabilevî bağları, insanların kimliklerini belirlemede ve toplumsal yapıyı korumada önemli bir rol oynamaktaydı. Ancak bu toplumun yaşam tarzı, çeşitli sosyal ve dinî sorunları da beraberinde getirdi. Putperestliğin hâkim olduğu bu ortamda merkezi bir devlet sistemine de sahip olmamaları bu problemleri daha da derinleştirdi. Çünkü o dönemde Arap Yarımadası'nda yaşayan kabileler, genellikle kendi içlerinde kabile asabiyetine dayanan özerk bir toplum olarak hareket etmekteydiler. Cahiliye dönemi Araplarında hukuk sistemi şirk ve kabile asabiyeti çevresinde şekillenmişti. Bu sebeple İslam öncesi Arap toplumunun hukukunun incelenmesi, hukukun kaynağını ve evrimini anlamak açısından değerlidir. Zira Cahiliye dönemindeki hukuki uygulamalar, sonraki hukuk sistemlerine olan etki ve benzerlikleri bakımından hukukun evrimini anlama konusunda bir anlayış sağlayabilir. Bu bağlamda, geçmişten gelen tecrübelerin ve örneklerin, günümüzdeki hukuk anlayışını ve uygulamalarını şekillendirmede önemli bir rol oynadığı düşünülebilir. İslam öncesi Arap toplumunda hukukî anlaşmazlıklar genellikle kabile içerisinde çözülürdü. Kabile liderleri, toplumun düzenini sağlamak ve çatışmaları önlemek için otorite konumundaydılar. Ancak bu sistemin hem temellendirilmesinde hem de uygulanmasında önemli problemler de vardı. Nitekim kabileler arasında sürekli bir rekabet ve çatışma ortamının içerisinde bir hukuk sisteminin uygulanması bu hukuk sisteminin kaynağının sorgulanmasını da beraberinde getirmişti. Çünkü Cahiliye toplumunda yazılı bir hukuk sistemi yoktu ve adalet, genellikle kabile liderlerine ya da kişisel yetki ve kabul görmüş ahlaki normlara dayanıyordu. Özellikle de Hadarî toplumun bu sisteme dahil olmasıyla birlikte daha da karmaşık bir hukuk yapısı ortaya çıkmıştı. Zira ticaretin ve farklı kültürlerin etkileşimleri yeni hukuki ihtiyaçları beraberinde getiriyordu. Bununla birlikte dinî inançlar da hukukun belirlenmesinde etkiliydi. Cahiliye Arapları için, bazı hukuki kavramlar ve kurallar, putperest inançlarla ilişkilendirilmişti. Buna bağlı olarak da Cahiliye dönemi Araplarında hukukun kaynağı genellikle geleneksel normlardan, adetlerden ve liderlerin otoritesinden gelmekteydi. Ancak her iki toplumda da yazılı hukuk belgelerinin ve şehir yaşamının etkisiyle hukukun daha karmaşık bir yapıya evrildiği görülmektedir. Biz de bu çalışmamızda risalet öncesi Cahiliye toplumunda, hukuk algısı ve hukukun kaynağının ne olduğu konusunu değerlendirerek söz konusu karmaşık yapıyı daha da anlaşılabilir hale getirmeyi hedeflemekteyiz. Bunun için de öncelikle hukuk kurallarının vâzıı ve temel prensipleri açısından, hukuk sistemleri özetle incelenmektedir. Çalışmamızda Hz. İbrahim ve İsmail Peygamberlerden itibaren merkezi konuma sahip olan Mekke şehri ve bünyesindeki Ka’be merkezli bir tarih algısının, Araplar üzerindeki hukuki etkinliği ve İslam risaletine aykırı yönlerine yer verilmektedir. Aynı zamanda bu toplumda yürürlükte olan ve İslam risaletiyle çelişen ilkelerine de işaret edilmektedir. Bu değerlendirmeleri yaparken söz konusu düzenin günümüzdeki modern hukuk sistemleriyle benzerlik ve farklılıklarına değinilmesi konuya daha bütüncül pencereden bakabilmemize imkân sağlayabilir. Zira günümüzdeki modern hukuk sistemleri, yazılı yasalar, anayasalar ve kurumsallaşmış yargı mekanizmalarıyla şekillenir. Bu yönüyle de hukuk, genel olarak kişiler arası ilişkileri düzenleyen, ahlaki değerlere bağlı, topluma katkı sağlamayı hedefleyen ve yaptırımcı nitelik taşıyan bir kurallar bütünü olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre de hukukun axiolojik, finalist ve normatif nitelikler taşıması beklenir. Cahiliye dönemindeki hukuk sistemiyle aralarındaki en temel farklardan birinin de bu olduğu düşünülebilir. Bu yönüyle çalışmamızda İslam hukuku ve Siyer ilmi kapsamında İslam öncesi Arap toplumunda hukukun kaynağına dair interdisipliner olarak incelenen konular, Cahiliye dönemi ve öncesindeki toplumsal yapıların karmaşıklığını ve çeşitliliğini yansıtmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
9

Dinç, Emine Nurefşan. "Şehit Kavramının Kapsamına Dair Bir Tartışma: Muhyiddîn el-Acemî’nin Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye’si, Hüsâm Çelebi’nin Cevâb-ı Hüsâm Çelebi fî Bâbi’ş-şehîd’i ve Risâle fî Bâbi’ş-şehîd İsimli Müellifi Meçhul Bir Eser (Tahkik ve Muhteva Tanıtımı)." İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, no. 43 (June 30, 2024): 211–68. http://dx.doi.org/10.59777/ihad.1363200.

Full text
Abstract:
Burhâneddin el-Mergīnânî (ö. 593/1197) tarafından yazılmış olan Hidâye, Hanefî fıkhının temel kaynaklarındandır. Eser yazıldığı dönemden itibaren büyük bir ilgiyle karşılaşmış, asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulmuş ve üzerine birçok çalışma kaleme alınmıştır. Hanefî fıkhının dört temel metninden biri olan Vikāyetü’r-rivâye bu çalışmalardandır ve Burhânüşşerîa el-Mahbûbî (ö. 730/1329-30) tarafından Hidâye’den ihtisarla telif edilmiştir. Bu eser üzerine de Sadrüşşerîa Ubeydullah el-Mahbûbî (ö. 747/1346) tarafından bir şerh çalışması yapılmış, birçok mesele derinlemesine tahlil edilerek tenkide tabi tutulmuştur. Bu meselelerden biri de şehit kavramının tanımına dairdir. Tanımın kapsamı hakkında detaylı mütalaalar yapılmıştır. Mantık ilminde geniş bir şekilde ele alınmış olan tanım konusuna fıkıh ilminde de büyük önem verilmiştir. Tanımların “efrâdını câmî ağyârını mânî” olacak şekilde yapılması esas kabul edilmiş, tanımlanan kavramın kapsamının tam olarak tespit edilebilmesi için tanımda geçen her bir kaydın dikkatle seçilmesi gerektiği bir ilke olarak benimsenmiştir. Zira fıkıhtaki kavramların kapsamlarının tespiti dünyevî ahkâmın uygulanması açısından önem arz etmektedir. Bu bakımdan Sadrüşşerîa, müşrikler, isyancılar ve yol kesiciler tarafından öldürücü olmayan aletle katledilen kimseleri dışarıda bıraktığı gerekçesiyle Hidâye ve Vikāye’deki “şehit” tanımlarında geçen bazı kayıtlara itiraz etmiştir. Bu şekilde katledilen kimseleri de kapsamına alacak şekilde şehit kavramı için yeni bir tanım ortaya koymuştur. Ayrıca şehirde öldürücü olmayan bir aletle katledilenlerin şehit kapsamına girip giremeyeceği meselesini Hidâye ile Burhâneddin İbn Mâze (ö. 616/1219) tarafından yazılmış olan ez-Zahîratu’l-Burhâniyye’nin ibarelerini karşılaştırarak ele almıştır. Osmanlı döneminde Muhyiddîn Muhammed b. Ali el-Edirnevî el-Acemî, Hüsâmüddîn Hüseyin b. Abdurrahmân (ö. 926/1520) ile bu âlimlerle aynı ya da yakın dönemde yaşamış olmakla birlikte ismi tespit edilemeyen bir müellif de bu konuya dair birer risale yazarak tartışmaya dâhil olmuşlardır. IX. ve X. (XV ve XVI.) asırda yaşamış olan Muhyiddîn el-Acemî, Sahn-ı Seman’da müderrislik ve Edirne’de kadılık yapmıştır. Muhyiddîn el-Acemî, Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye isimli eserinde Mergīnânî’nin tanımı ile Sadrüşşerîa’nın itirazlarını tahlil ve tenkide tabi tutarak tercihini delilleriyle ortaya koymuştur. Muhyiddîn el-Acemî’nin bu eseri de aynı dönemde yaşamış olup kendisi gibi Sahn-ı Semân medreselerinde müderris, Edirne ve Bursa’da kadı olarak görev yapmış bulunan Hüsâm Çelebi tarafından yazılan Cevâb-ı Hüsâm Çelebi fî Bâbi’ş-şehîd’de tenkide tabi tutulmuştur. İsmi tespit edilemeyen diğer Osmanlı âlimi de Muhyiddin el-Acemî ile Hüsâm Çelebi’nin risalelerini değerlendirmek üzere Risâle fî Bâbi’ş-şehîd‘i kaleme almıştır. Bu çalışma ile mahtût olan her üç risalenin de tahkikli neşirleri ile muhteva tanıtımları gerçekleştirilmiştir. Yazma Eser Kütüphanelerinde Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye’nin yedi, Cevâb-ı Hüsâm Çelebi’nin üç, Risâle fî Babi’ş-şehîd’in ise tek nüshası tespit edilmiştir. Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye’nin beş, Cevâb-ı Hüsâm Çelebi’nin ise üç nüshası esas alınarak tahkikli neşirleri yapılmıştır. Tahkikte İslâm Araştırmaları Merkezi’nin Tahkikli Neşir Kılavuzu’nda yer alan ilkeler uygulanmıştır. Başka nüshası tespit edilemediği için Risâle fî Babi’ş-şehîd’in sadece neşri gerçekleştirilmiştir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Muhyiddin el-Acemî ile Hüsâm Çelebi’nin hayatları ve eserleri hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölüm risalelerin nüshaları ile tahkikte izlenen yönteme dair malumatı ihtiva etmektedir. Üçüncü bölümde ise risaleler ile kaynakları arasındaki irtibat ve eserler arasında cereyan etmiş olan tartışmalar ele alınmıştır. Bu bölümde eserler ile kaynakları arasındaki irtibat ortaya konulurken Osmanlı ilim geleneği ile şerh ve hâşiye çalışmalarının işlevleri hakkında genel bilgi verilmiştir. Eserlerdeki tartışmalar konunun Hidâye’deki akışına uygun olarak mütalaa edilmiş ve değerlendirilmiştir. Arapça olarak kaleme alınmış üç risalenin tahkikli neşirleri ise son bölümdedir. Bu kısımda ilk olarak Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye, sonrasında Cevâb-ı Hüsâm Çelebi’nin tahkikli neşirlerine yer verilmiştir. Risâle fî Bâbi’ş-şehîd’in metni ise üçüncü sıradadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
10

ERSÖZ, Muhammed. "Tefsirlerde Müşriklerin İnkâr Sebebi Olarak Şirki Allah’ın Meşietine Bağlama Sorunsalı." Cumhuriyet İlahiyat Dergisi 25, no. 1 (2021): 93–113. http://dx.doi.org/10.18505/cuid.854831.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
More sources
We offer discounts on all premium plans for authors whose works are included in thematic literature selections. Contact us to get a unique promo code!

To the bibliography