To see the other types of publications on this topic, follow the link: Müşrikler.

Journal articles on the topic 'Müşrikler'

Create a spot-on reference in APA, MLA, Chicago, Harvard, and other styles

Select a source type:

Consult the top 50 journal articles for your research on the topic 'Müşrikler.'

Next to every source in the list of references, there is an 'Add to bibliography' button. Press on it, and we will generate automatically the bibliographic reference to the chosen work in the citation style you need: APA, MLA, Harvard, Chicago, Vancouver, etc.

You can also download the full text of the academic publication as pdf and read online its abstract whenever available in the metadata.

Browse journal articles on a wide variety of disciplines and organise your bibliography correctly.

1

Kılıç, Hasan. "Şefaat Düşüncesinin Kurtubî Tefsirindeki İzdüşümü." Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 12, no. 1 (2025): 145–70. https://doi.org/10.17859/pauifd.1638716.

Full text
Abstract:
Şefaatin kapsam ve mahiyetiyle ilgili Ehl-i Sünnet ve Mu‘tezîle arasındaki tartışmalar tefsirlere de yansımış; müfessirler müntesibi olduğu mezhep doğrultusunda muhaliflerinin görüşlerini tahlil etmiştir. Ehl-i Sünnet’e mensup müfessirlerden biri olan Kurtubî de tövbe etmeyen günahkâr müminlerin şefaatten yararlanamayacağı iddiasındaki Mu‘tezîle’yi eleştirmiştir. Bu eleştirilerin yoğunlaştığı bir başka nokta putlar başta olmak üzere müşrikler tarafından kutsiyet atfedilen varlıkların şefaatine yöneliktir. Kurtubî bu amaçla şefaatin gerçekleşmesini şarta bağlayan âyetleri tevhid inancı ortak paydasında çok yönlü bir okumaya tabi tutarak şirk düşüncesinin tutarsızlığını ortaya koymuştur. Kurtubî’nin konu hakkındaki görüşleri sadece şefaat âyetlerini yorumlamadan ibaret değildir. Hz. Peygamber’in efdaliyeti, cehennemin ebedîliği, uhrevî büyük mükâfatların mahiyeti gibi çeşitli konularda Kurtubî ulaştığı sonuçları delillendirebilmek için şefaatle ilgili bilgilerden yararlanmaktadır. Şefaat düşüncesinin taşıdığı bu önem sebebiyle çalışmada Kurtubî’nin konu hakkındaki görüşleri tahlili ve mukayeseli bir yöntemle ele alınacaktır. Bu kapsamda ulaşılan sonuçların özgünlüğünü ortaya koyabilmek amacıyla klasik tefsir kaynaklarında konuyla ilgili öne çıkan görüşlere de yer verilecektir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
2

Kocakaplan, Nursema. "Haberci Olarak Şâir, Kâhin ve Nebî: Fârâbî ve İbn Sînâ Bağlamında Bir Değerlendirme." Nazariyat İslam Felsefe ve Bilim Tarihi Araştırmaları Dergisi (Journal for the History of Islamic Philosophy and Sciences) 9, no. 1 (2023): 31–54. http://dx.doi.org/10.12658/nazariyat.9.1.m0197.

Full text
Abstract:
İnsanlardaki nefsin yatkınlık seviyesi ve mizacın denge oranı eşit düzeyde olmadığından onların Ayüstü âlemden ulaşan haber içerikli mesajları kabullerinde farklılıklar ortaya çıkar. Akıl yetisi yetkin, sezgisi kuvvetli, taklit kabiliyeti yüksek olan insanların diğerlerine kıyasla Ayüstü âlemden feyz edileni kabulü güçlüdür. Makalede metafizik tözlerden iletileni kabul eden ve bilinmeyen olaylara ilişkin haber veren insanlar hakkındaki bilgi üç aşamalı olarak verilmiştir: (a) Platon’un şâir, kâhin, âşık arasında yaptığı ayrımın Aristoteles ve Plutarkhos felsefesindeki yeri. (b) İslam öncesi dönemde şâir ile kâhinlerin konumu ve müşrikler tarafından Hz. Muhammed’e hem şâirlik hem de kâhinlik atfedilmesi, Hz. Muhammed’in ayetlerde nebî olarak tanımlanması. (c) Fârâbî’yle İbn Sînâ’nın şâir, kâhin, âşık ve nebîye yükledikleri anlam. Bu çerçevede ‘Hem Fârâbî hem de İbn Sînâ’nın şâir-kâhin hakkındaki fikirlerinin felsefî temelleri ve nebî kavramıyla ilgili görüşlerinin dinî dayanağı nedir’ sorularına cevap aranmaya çalışılmıştır. Bu sorulara yanıt bulmaya gayret gösterilirken nübüvvetin şiir ve kehânetten üstünlüğü göz önünde bulundurularak nebînin şâir, kâhin ve âşıktan farklı olduğunu belirleme hedeflenmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
3

Arı, Ümmühan. "Sahâbenin Hz. Peygamber’e Hitap Şekli." Akademik Siyer Dergisi, no. 10 (June 30, 2024): 67–86. http://dx.doi.org/10.47169/samer.1472041.

Full text
Abstract:
Hz. Peygamber’i görüp onun getirdiği dine iman eden insanlar sahâbe olarak adlandırılmıştır. Sahâbenin Hz. Peygamber ile samimi veya zorunlu ilişkisi, nebevî eğitimden geçip geçmeme durumu, Resûlullah’a karşı beslediği sevgi ve saygı duygularının derecesi Hz. Peygamber’e hitaplarını etkilemiştir. Hz. Peygamber’in bulunduğu coğrafyada yaygın olan hitap kalıpları sahâbe tarafından da kullanılmıştır. Bununla birlikte Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’e hitap biçimleri yine sahâbenin hitap şekli üzerinde etkili olmuştur. Arap geleneğine uygun olan “Ya İbn Abdilmuttalib!, Ya İbn Abdillah!, Ya Muhammed! ve Ya Ebe’l-Kâsım!” hitapları çalışmamızın ilk dört başlığını oluşturmaktadır. Hem Müşrikler hem Ehl-i kitap hem de Müslümanlar Resûlullah’a bu şekilde hitap etmişlerdir. Hz. Peygamber’in babasının kendisi doğmadan vefat etmesi, “Ya İbn Abdillah!” hitabının daha az bilinmesinde etkili olmuştur. Bunun yanı sıra “Ya İbn Abdilmuttalib!” şeklinde dedesine nispet edilerek hitap edildiği birçok rivayet bulunmaktadır. “Ya Muhammed!” ve “Ya Ebe’l-Kâsım!” hitapları ise sahâbe içerisinde daha çok bedevîlerin sesleniş biçimi olarak ön plana çıkmaktadır. Hz. Peygamber çocuklara, Muhammed isminin verilmesine müsaade etmiş ancak kendi künyesi ile künyelenilmesine müsaade etmemiştir. “Ya Hayra’l-beriyye!” hitabıyla ilgili sadece bir rivayet bulunması, bu hitabın yaygın olmadığını göstermektedir. Günümüzde yaygın bir şekilde kullanılan “Ya Habîballah!” hitabının ise sahâbe döneminde mevcut olmadığı anlaşılmaktadır. Sahâbe arasında daha sık rastlanan hitap şeklinin Kur’ân’da da geçen “Ya Nebiyyallah!” ve “Ya Resûlallah!” kalıpları olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber’in elçilik vazifesine vurgu yapılarak hitap edilmesi ona duyulan saygı ve sevgiyi göstermekte ve sahâbenin samimiyetini temsil etmektedir. Bu hitap biçimlerinden her biri hitap edenin Resûlullah’a tutumunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla İslâm tarihi kaynaklarına yansıyan hitap biçimlerinin bilinmesi Hz. Peygamber’e örtülü bir şekilde de olsa düşmanca ya da dostça yaklaşan isimlerin bilinmesini de sağlayacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
4

Şahin, Süleyman. "Fıkhî Açıdan Altın ve Gümüş Dışındaki Madenlerin ve Kıymetli Taşların Ziynet Amaçlı Kullanımı." Cumhuriyet İlahiyat Dergisi 29, no. 1 (2025): 207–26. https://doi.org/10.18505/cuid.1620212.

Full text
Abstract:
Ziynet kavramı, Kur’ân-ı Kerîm’de hem maddi hem de manevi güzelliklerin bir ifadesi olarak ele alınırken fıkıh disiplini içinde daha çok maddi süslenme aracı olan ürünler için kullanılmıştır. Altın ve gümüş, tarih boyunca ziynet eşyalarının temel maddeleri olmuş, ancak demir, bakır ve diğer madenlerin kullanımı fıkhî açıdan tartışmalı bir konu olarak kabul edilmiştir. Altın ve gümüş dışındaki madenlerin ziynet olarak kullanımına dair fıkıh kaynaklarında sınırlı bilgiler bulunmakta, bu konu genellikle yüzük kullanımı özelinde ele alınmaktadır. Hadislerde ve mezheplerin yorumlarında bu madenlerin kullanımına dair farklı görüşler mevcuttur. Dolayısıyla makale, demir ve bakır gibi madenlerle kıymetli taşların ziynet amaçlı kullanımını incelemektedir. Çalışmada öncelikle, altın ve gümüş dışındaki madenlerden ziynet edinmeyi yasaklayan ve cevazına imkân tanıyan rivayetler ele alınmış, ardından fakihlerin konu hakkındaki görüşleri değerlendirilmiştir. Erkeklerin altın kullanımı çoğunluğun görüşüne göre haram kabul edilirken, gümüş yüzük takmalarına da izin verilmiştir. Demir ve bakır gibi madenlerden yapılan ziynet eşyaları ise, Hz. Peygamber’in bu tür eşyaları müşriklere veya putlara benzetmesi nedeniyle hem kadınlar hem de erkekler için mekruh veya haram olarak nitelendirilmiştir. Ancak demir yüzüğün mehir olarak kabul edildiğine dair hadisten hareketle bazı fıkhî yorumlar, bu tür madenlerin kullanımına cevaz veren bir yaklaşımın da mevcut olduğunu göstermektedir. Hanefî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri bu tür ziynetleri mekruh görürken, Şâfiî mezhebi caiz kabul etmektedir. Rivayetlerin demir ve bakırı putların yapı malzemesi ve müşriklerin takısı olarak nitelemesi, bu hususların hükmün illeti olduğu yönünde bazı yorumlara zemin hazırlamıştır. Bu bağlamda modern çağda hükmün illetinin anlamını yitirmiş olabileceği düşünülmektedir. Çünkü günümüz toplumlarında bu tür ürünlerin şirk unsurlarına veya müşriklere benzeme gibi olgularla ilişkilendirilmemesi ve ilgili illeti barındırmaması gerekçesiyle kullanımının caiz olduğu ifade edilebilir. Günümüzde çelik, platin gibi madenlerden yapılan imitasyon takıların yaygınlaşması, bu tür ürünlerin fıkhî hükmünün yeniden ele alınmasını gerektirmiştir. Benzer bir şekilde literatürde kıymetli taşların ziynet olarak kullanımı da tartışma konusu edilmiştir. Genel anlamda kıymetli taşların cevaz yönü ön planda olmakla birlikte bazı Hanefî alimler demir ve bakıra, yine bazı Mâlikî alimler ise altın ve gümüşten edinilen kap ve kacaklara kıyasla olumsuz kanaat belirtmişlerdir. Sonuç olarak, altın ve gümüş dışındaki madenlerin ziynet amacıyla kullanımına dair fıkhî hükümler, rivayetlerin tarihsel bağlamı, hükmün illetleri ve günümüz şartları dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeye tabi tutulmuştur. Neticede fıkıh disiplininin temel prensipleri ışığında, bu tür madenlerin ziynet olarak kullanılmasının, illeti ortadan kalkan yasakların bağlayıcılığını yitirdiği ve örfün de olumlu bir rol oynadığı durumlarda caiz olacağı kanaatine ulaşılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
5

Kılıç, Hasan. "Kur’ân’a Göre Âhiretteki Sorgunun Mahiyeti." Harran Theology Journal, no. 51 (June 10, 2024): 247–68. http://dx.doi.org/10.30623/hij.1434879.

Full text
Abstract:
Âhiret hayatına ilişkin yapılan tasvirler Kur’ân’da en yoğun şekilde işlenen konular arasında yer almaktadır. Bunun en temel sebebi, âhiret inancı ve hesap verme bilincini insanın zihin ve gönlüne yerleştirerek davranışlarının olumlu yönde değişimini sağlayabilmektir. Ayrıca birçok farklı olay ve hadisenin yaşandığı âhiretin çeşitli aşamaları hakkında muhatapları bilgilendirmek de bu sebepler arasında yer almaktadır. İnsanın yaptıklarının hesabını vermek üzere sorguya çekileceği süreç âhiretin önemli aşamalarından biri olarak ön plana çıkmaktadır. Sorgu âhiretin en temel esaslarından biri olmasına rağmen bazı âyetlerde bu gerçekle çelişecek şekilde günahkâr ve suçluların sorguya çekilmeyeceğine, onların konuşmasına, özür beyanında bulunmasına müsaade edilmeyeceğine dair çeşitli bilgilere rastlanmaktadır. Âyetler arasındaki bu müşkillik genellikle âhiret gününün çok uzun bir zaman dilimini içeren farklı aşamalardan oluştuğu, bu aşamaların bazılarında sorgu yapılacağı, bazılarında ise sorgunun olmayacağı şeklindeki teoriyle izale edilmiştir. Ancak Kur’ân’da kıyamet-âhiret süreçlerinin sistemli bir aşama ve sıralama çerçevesinde anlatma gibi bir gayenin bulunmaması önerilen çözüm yöntemini yetersiz hale getirmektedir. Âyetlerin bağlamı ve konuyla ilgili rivayet malzemesi birlikte değerlendirildiğinde çelişki arz eden hususların her biri esasında âhiret hayatının korkunç ahvaline yönelik farklı anlam çağrışımları yapmaktadır. Buna göre sorguya çekme, işledikleri kötü söz ve eylemler sebebiyle suçlu ve günahkârların kusurlarını, hatalarını ortaya dökerek onları rezil etme ve aşağılama amacına matuftur. Sorguyu nefyeden ifadeler ise azabı hak eden kimselere kesinlikle merhamet edilmeyeceğini, onlar için özür ve mazerette bulunma müddeti kadar bile süre verilmeden cehenneme atılacakları uyarı ve ikazını içermektedir. Sorgunun azarlama ve kınama eylemine dayalı psikolojik bir azap vasıtası olması sebebiyle bu incitici muameleye maruz kalacak grup olarak müşrikler ön plana çıkmakla beraber bazı âyetlerde müminlerin hatta peygamber ve meleklerin sorguya çekileceğine işaret edilmektedir. Bu bakımdan çalışma konuyla ilgili müşkillik arz eden hususları açıklığa kavuşturma, sorgunun işlenen ameller hakkında bilgi sahibi olmaktan ziyade kötü amel sahiplerinin psikolojik şiddete maruz kalacağı bir aşamaya tekabül ettiğini vurgulama amacı taşımaktadır. Bunun için ilk olarak sorgu süreci ve bu süreçle çelişen âyet ifadelerinin genel bir değerlendirmesi yapılarak âhiretteki sorgunun günahkârlara yönelik uyarı ve tehdit anlamı içerdiği belirtilecektir. Ardından Kur’ân’da sorgulanacak hususlar muhatap kitleyi gözeten bir tasnif doğrultusunda incelenecektir. Bu sayede sorgu konusu yapılacak söz ve eylemlerin benzerlikleri, ortak noktaları tespit edileceği gibi peygamber ve melekler için bu sürecin taşıdığı anlama ilişkin belirli bir kanaate ulaşılacaktır. Son olarak ise cennete girecek müminlerin sorgulanıp sorgulanmayacakları veya bu süreç sırasında müşriklerden farklı olarak güzel muamelelerle karşılaşacaklarına dair Mâverdî (öl. 450/1058) kaynaklı bilgi malzemesi, sorgunun mahiyet ve kapsamı çerçevesinde tartışmaya açılacaktır. Araştırmanın kapsamı Kur’ân’daki âhiretteki sorguyla ilişkili âyet ifadelerinin tahlil ve analiz edilmesiyle sınırlı olmakla birlikte çalışmada bu sürece işaret eden başka âyetler de inceleme konusu yapılacaktır. Yöntem olarak tahlilî metot izlenerek, Kur’ân’daki ifadelerin anlamını tespit etmede âyetin bulunduğu bağlam ve konu bütünlüğü hareket noktası olacaktır. Ayrıca Hz. Peygamber’in hadisleri başta olmak üzere konuyla ilgili rivayet malzemesi gerek doğru anlamı belirlemede gerekse varılan neticenin tutarlılığını tespit etmede daima göz önünde tutulacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
6

Sağlam, Nevzat. "Münafıkların Lideri Olarak Abdullah b. Übey b. Selûl." Journal of The Near East University Faculty of Theology 9, no. 2 (2023): 268–88. http://dx.doi.org/10.32955/neu.ilaf.2023.9.2.09.

Full text
Abstract:
İslam’ın ve Müslümanların tarih boyunca birçok düşmanı olmuştur. Bu düşmanların en tehlikelilerinin küfür ve İslam’a düşmanlığını gizleyerek Müslüman gibi görünen münafıklar olduğunda şüphe yoktur. Münafıklar düşmanlıklarını açıkça izhar etmediklerinden İslam toplumunu içerden bir kurt gibi kemirerek çökertmeye çalışmış, İslam’a ve Müslümanlara çok büyük zararlar vermişlerdir. Mekke döneminde Müslümanlar zayıf ve güçsüz, müşrikler ise otorite ve güç sahibi idi. Bu yüzden İslam düşmanlarının, kendilerini gizlemelerine ve gizli bir faaliyet içinde olmalarına ihtiyaçları yoktu. Zira Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara karşı açıkça düşmanlıklarını zaten sürdürüyorlardı. Bu sebeple nifak hareketi, Medine’de ortaya çıkmıştır. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicreti, buradaki siyasi, idari ve dini dengeleri altüst etmiştir. İslam’a yöneliş, Müslümanları güçlendirmiş ve kısa sürede Medine’de hâkim güç haline getirmiştir. Bu durum hicretin hemen öncesinde Medine’de krallık tacını giymeye hazırlanan Abdullah b. Übey b. Selûl için büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır. İktidarının ve siyasi ikbalinin önünde en büyük engel olarak Hz. Peygamber’i gören Abdullah b. Übey b. Selûl, samimi bir mümin olarak ona tabi olmayı kabullenememiştir. Hz. Peygamber’e kalbinde derin kin ve düşmanlık beslediği halde açıktan düşmanlık yapmaya cesaret edemediği için Bedir zaferinden sonra İslam’a girdiğini ilan ederek Müslüman gibi görünmeyi tercih etmiştir. Hayatı boyunca nifak hareketlerinin öncülüğünü yapan Abdullah b. Übey, etrafında toplanan gönlüne imanı sindirememiş münafık denilen zümrenin reisi olmuştur. Bu çalışmada, Abdullah b. Übeyy’in soyu, kişiliği, onun toplum nezdindeki durumu, Resûl-i Ekrem ve İslam aleyhine yürüttüğü fitne, fesat faaliyetleri ele alınmıştır. Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara kindarlığı ve düşmanlığının sebepleri, planladığı ve içinde yer aldığı yıkıcı ve bölücü faaliyetler, bu faaliyetlerde izlediği strateji üzerinde durulmuştur. Adı nifak hareketleriyle özdeşleşmiş olan ve tarih boyunca fitne hadiseleriyle anılan Abdullah b. Übeyy’in, Hz. Peygamber döneminde askeri, siyasi ve sosyal olaylarda üstlendiği rol ve takındığı tavır irdelenmiştir. Başta Uhud olmak üzere Benî Mustalik ve Tebük Gazvelerinde Müslümanların dirençlerini kırarak cihattan alıkoymak, çatışma çıkararak İslâm ordusunu içten çökertmek için başını çektiği nifak hadiseleri konu edilmiştir. Yahudilerle dostluğunun bir tezahürü olarak Benî Kaynuka ve Benî Nadir Yahudilerinin Medine’den sürgün edilmelerine engel olma çabaları, sergilediği davranış ve sebepleri belirlenmeye çalışılmıştır. Hz. Peygamber’in, münafıkların lideri konumunda bulunan İbn Übeyy’e karşı, hem hayatında hem ölümünden sonra nasıl davrandığı ve nasıl bir strateji izlediği ortaya konulmaya çalışılmıştır. Böylece önderlik ettiği nifak olaylarıyla, münafık bir liderin İslam’a ve Müslümanlara verdiği zararların boyutları tespit edilmeye çalışılmıştır. Çalışmanın ana kaynaklarını İslam Tarihi kaynakları oluşturmaktadır. Bununla birlikte, Kur’an-ı Kerim’de Tevbe, Haşr ve Bakara gibi muhtelif sûrelerde tarihi olaylarla bağlantılı olarak münafıklardan bahsedilmekte, ayrıca Münâfikûn adıyla da müstakil bir sûre bulunmaktadır. Bu sûrelerde münafıkların itikadî durumları, psikolojik ve ahlâkî bozuklukları, toplumsal hayattaki yerleri, Hz. Peygamber’e ve müminlere karşı tavır ve davranışları, ahiretteki yerleri ve mevkilerine ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir. Çalışmada gerekli yerlerde bu ayetlere de atıflar yapılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
7

Yılmaz, Ali. "MEKKELİ MÜŞRİKLERİN HZ. MUHAMMED’E KARŞI AŞIRI MUHALEFETLERİNİN ÖTEKİ YÜZÜ." Kilis 7 December University Journal of Theology 10, no. 10 (2019): 59–89. http://dx.doi.org/10.29228/k7auifd.10.3.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
8

Kelebek, Mustafa, and Emre İlbars. "Cahiliye Dönemi Araplarında Hukukun Kaynağı Problemi." Journal of The Near East University Islamic Research Center 10, no. 1 (2024): 264–84. http://dx.doi.org/10.32955/neu.istem.2024.10.1.11.

Full text
Abstract:
İslam öncesi Arap Yarımadası, çeşitli sosyo-ekonomik ve kültürel dinamiklerin etkisi altında olan bir bölgeydi. Bu dönemde Cezîratü’l-Arab çöldeki bedevi kabilelerinden, şehirleşmiş Hadarî topluluklara kadar geniş bir yelpazede yaşam biçimleriyle tanınmaktaydı. Özellikle Müşrikler, putperest inanç sistemine sahip olan ve çeşitli tanrı ve tanrıçalara tapınan Araplar olarak bilinmekteydiler. Bu şirk inançarı, kabile taassubuyla birleştiğinde Arap toplumunun sosyo-ekonomik ve kültürel yapısının oluşmasında ana role saipti. Zira Cahiliye dönemi Araplarının dinî ve kabilevî bağları, insanların kimliklerini belirlemede ve toplumsal yapıyı korumada önemli bir rol oynamaktaydı. Ancak bu toplumun yaşam tarzı, çeşitli sosyal ve dinî sorunları da beraberinde getirdi. Putperestliğin hâkim olduğu bu ortamda merkezi bir devlet sistemine de sahip olmamaları bu problemleri daha da derinleştirdi. Çünkü o dönemde Arap Yarımadası'nda yaşayan kabileler, genellikle kendi içlerinde kabile asabiyetine dayanan özerk bir toplum olarak hareket etmekteydiler. Cahiliye dönemi Araplarında hukuk sistemi şirk ve kabile asabiyeti çevresinde şekillenmişti. Bu sebeple İslam öncesi Arap toplumunun hukukunun incelenmesi, hukukun kaynağını ve evrimini anlamak açısından değerlidir. Zira Cahiliye dönemindeki hukuki uygulamalar, sonraki hukuk sistemlerine olan etki ve benzerlikleri bakımından hukukun evrimini anlama konusunda bir anlayış sağlayabilir. Bu bağlamda, geçmişten gelen tecrübelerin ve örneklerin, günümüzdeki hukuk anlayışını ve uygulamalarını şekillendirmede önemli bir rol oynadığı düşünülebilir. İslam öncesi Arap toplumunda hukukî anlaşmazlıklar genellikle kabile içerisinde çözülürdü. Kabile liderleri, toplumun düzenini sağlamak ve çatışmaları önlemek için otorite konumundaydılar. Ancak bu sistemin hem temellendirilmesinde hem de uygulanmasında önemli problemler de vardı. Nitekim kabileler arasında sürekli bir rekabet ve çatışma ortamının içerisinde bir hukuk sisteminin uygulanması bu hukuk sisteminin kaynağının sorgulanmasını da beraberinde getirmişti. Çünkü Cahiliye toplumunda yazılı bir hukuk sistemi yoktu ve adalet, genellikle kabile liderlerine ya da kişisel yetki ve kabul görmüş ahlaki normlara dayanıyordu. Özellikle de Hadarî toplumun bu sisteme dahil olmasıyla birlikte daha da karmaşık bir hukuk yapısı ortaya çıkmıştı. Zira ticaretin ve farklı kültürlerin etkileşimleri yeni hukuki ihtiyaçları beraberinde getiriyordu. Bununla birlikte dinî inançlar da hukukun belirlenmesinde etkiliydi. Cahiliye Arapları için, bazı hukuki kavramlar ve kurallar, putperest inançlarla ilişkilendirilmişti. Buna bağlı olarak da Cahiliye dönemi Araplarında hukukun kaynağı genellikle geleneksel normlardan, adetlerden ve liderlerin otoritesinden gelmekteydi. Ancak her iki toplumda da yazılı hukuk belgelerinin ve şehir yaşamının etkisiyle hukukun daha karmaşık bir yapıya evrildiği görülmektedir. Biz de bu çalışmamızda risalet öncesi Cahiliye toplumunda, hukuk algısı ve hukukun kaynağının ne olduğu konusunu değerlendirerek söz konusu karmaşık yapıyı daha da anlaşılabilir hale getirmeyi hedeflemekteyiz. Bunun için de öncelikle hukuk kurallarının vâzıı ve temel prensipleri açısından, hukuk sistemleri özetle incelenmektedir. Çalışmamızda Hz. İbrahim ve İsmail Peygamberlerden itibaren merkezi konuma sahip olan Mekke şehri ve bünyesindeki Ka’be merkezli bir tarih algısının, Araplar üzerindeki hukuki etkinliği ve İslam risaletine aykırı yönlerine yer verilmektedir. Aynı zamanda bu toplumda yürürlükte olan ve İslam risaletiyle çelişen ilkelerine de işaret edilmektedir. Bu değerlendirmeleri yaparken söz konusu düzenin günümüzdeki modern hukuk sistemleriyle benzerlik ve farklılıklarına değinilmesi konuya daha bütüncül pencereden bakabilmemize imkân sağlayabilir. Zira günümüzdeki modern hukuk sistemleri, yazılı yasalar, anayasalar ve kurumsallaşmış yargı mekanizmalarıyla şekillenir. Bu yönüyle de hukuk, genel olarak kişiler arası ilişkileri düzenleyen, ahlaki değerlere bağlı, topluma katkı sağlamayı hedefleyen ve yaptırımcı nitelik taşıyan bir kurallar bütünü olarak tanımlanabilir. Bu tanıma göre de hukukun axiolojik, finalist ve normatif nitelikler taşıması beklenir. Cahiliye dönemindeki hukuk sistemiyle aralarındaki en temel farklardan birinin de bu olduğu düşünülebilir. Bu yönüyle çalışmamızda İslam hukuku ve Siyer ilmi kapsamında İslam öncesi Arap toplumunda hukukun kaynağına dair interdisipliner olarak incelenen konular, Cahiliye dönemi ve öncesindeki toplumsal yapıların karmaşıklığını ve çeşitliliğini yansıtmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
9

Dinç, Emine Nurefşan. "Şehit Kavramının Kapsamına Dair Bir Tartışma: Muhyiddîn el-Acemî’nin Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye’si, Hüsâm Çelebi’nin Cevâb-ı Hüsâm Çelebi fî Bâbi’ş-şehîd’i ve Risâle fî Bâbi’ş-şehîd İsimli Müellifi Meçhul Bir Eser (Tahkik ve Muhteva Tanıtımı)." İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, no. 43 (June 30, 2024): 211–68. http://dx.doi.org/10.59777/ihad.1363200.

Full text
Abstract:
Burhâneddin el-Mergīnânî (ö. 593/1197) tarafından yazılmış olan Hidâye, Hanefî fıkhının temel kaynaklarındandır. Eser yazıldığı dönemden itibaren büyük bir ilgiyle karşılaşmış, asırlarca medreselerde ders kitabı olarak okutulmuş ve üzerine birçok çalışma kaleme alınmıştır. Hanefî fıkhının dört temel metninden biri olan Vikāyetü’r-rivâye bu çalışmalardandır ve Burhânüşşerîa el-Mahbûbî (ö. 730/1329-30) tarafından Hidâye’den ihtisarla telif edilmiştir. Bu eser üzerine de Sadrüşşerîa Ubeydullah el-Mahbûbî (ö. 747/1346) tarafından bir şerh çalışması yapılmış, birçok mesele derinlemesine tahlil edilerek tenkide tabi tutulmuştur. Bu meselelerden biri de şehit kavramının tanımına dairdir. Tanımın kapsamı hakkında detaylı mütalaalar yapılmıştır. Mantık ilminde geniş bir şekilde ele alınmış olan tanım konusuna fıkıh ilminde de büyük önem verilmiştir. Tanımların “efrâdını câmî ağyârını mânî” olacak şekilde yapılması esas kabul edilmiş, tanımlanan kavramın kapsamının tam olarak tespit edilebilmesi için tanımda geçen her bir kaydın dikkatle seçilmesi gerektiği bir ilke olarak benimsenmiştir. Zira fıkıhtaki kavramların kapsamlarının tespiti dünyevî ahkâmın uygulanması açısından önem arz etmektedir. Bu bakımdan Sadrüşşerîa, müşrikler, isyancılar ve yol kesiciler tarafından öldürücü olmayan aletle katledilen kimseleri dışarıda bıraktığı gerekçesiyle Hidâye ve Vikāye’deki “şehit” tanımlarında geçen bazı kayıtlara itiraz etmiştir. Bu şekilde katledilen kimseleri de kapsamına alacak şekilde şehit kavramı için yeni bir tanım ortaya koymuştur. Ayrıca şehirde öldürücü olmayan bir aletle katledilenlerin şehit kapsamına girip giremeyeceği meselesini Hidâye ile Burhâneddin İbn Mâze (ö. 616/1219) tarafından yazılmış olan ez-Zahîratu’l-Burhâniyye’nin ibarelerini karşılaştırarak ele almıştır. Osmanlı döneminde Muhyiddîn Muhammed b. Ali el-Edirnevî el-Acemî, Hüsâmüddîn Hüseyin b. Abdurrahmân (ö. 926/1520) ile bu âlimlerle aynı ya da yakın dönemde yaşamış olmakla birlikte ismi tespit edilemeyen bir müellif de bu konuya dair birer risale yazarak tartışmaya dâhil olmuşlardır. IX. ve X. (XV ve XVI.) asırda yaşamış olan Muhyiddîn el-Acemî, Sahn-ı Seman’da müderrislik ve Edirne’de kadılık yapmıştır. Muhyiddîn el-Acemî, Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye isimli eserinde Mergīnânî’nin tanımı ile Sadrüşşerîa’nın itirazlarını tahlil ve tenkide tabi tutarak tercihini delilleriyle ortaya koymuştur. Muhyiddîn el-Acemî’nin bu eseri de aynı dönemde yaşamış olup kendisi gibi Sahn-ı Semân medreselerinde müderris, Edirne ve Bursa’da kadı olarak görev yapmış bulunan Hüsâm Çelebi tarafından yazılan Cevâb-ı Hüsâm Çelebi fî Bâbi’ş-şehîd’de tenkide tabi tutulmuştur. İsmi tespit edilemeyen diğer Osmanlı âlimi de Muhyiddin el-Acemî ile Hüsâm Çelebi’nin risalelerini değerlendirmek üzere Risâle fî Bâbi’ş-şehîd‘i kaleme almıştır. Bu çalışma ile mahtût olan her üç risalenin de tahkikli neşirleri ile muhteva tanıtımları gerçekleştirilmiştir. Yazma Eser Kütüphanelerinde Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye’nin yedi, Cevâb-ı Hüsâm Çelebi’nin üç, Risâle fî Babi’ş-şehîd’in ise tek nüshası tespit edilmiştir. Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye’nin beş, Cevâb-ı Hüsâm Çelebi’nin ise üç nüshası esas alınarak tahkikli neşirleri yapılmıştır. Tahkikte İslâm Araştırmaları Merkezi’nin Tahkikli Neşir Kılavuzu’nda yer alan ilkeler uygulanmıştır. Başka nüshası tespit edilemediği için Risâle fî Babi’ş-şehîd’in sadece neşri gerçekleştirilmiştir. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Muhyiddin el-Acemî ile Hüsâm Çelebi’nin hayatları ve eserleri hakkında bilgi verilmiştir. İkinci bölüm risalelerin nüshaları ile tahkikte izlenen yönteme dair malumatı ihtiva etmektedir. Üçüncü bölümde ise risaleler ile kaynakları arasındaki irtibat ve eserler arasında cereyan etmiş olan tartışmalar ele alınmıştır. Bu bölümde eserler ile kaynakları arasındaki irtibat ortaya konulurken Osmanlı ilim geleneği ile şerh ve hâşiye çalışmalarının işlevleri hakkında genel bilgi verilmiştir. Eserlerdeki tartışmalar konunun Hidâye’deki akışına uygun olarak mütalaa edilmiş ve değerlendirilmiştir. Arapça olarak kaleme alınmış üç risalenin tahkikli neşirleri ise son bölümdedir. Bu kısımda ilk olarak Risâle fî Bâbi’ş-şehîd min Şerhi’l-Vikāye, sonrasında Cevâb-ı Hüsâm Çelebi’nin tahkikli neşirlerine yer verilmiştir. Risâle fî Bâbi’ş-şehîd’in metni ise üçüncü sıradadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
10

ERSÖZ, Muhammed. "Tefsirlerde Müşriklerin İnkâr Sebebi Olarak Şirki Allah’ın Meşietine Bağlama Sorunsalı." Cumhuriyet İlahiyat Dergisi 25, no. 1 (2021): 93–113. http://dx.doi.org/10.18505/cuid.854831.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
11

Kabakcı, Yusuf. "Bir Câhiliye Gerçeği Olarak İntikam ve Medine Dönemi İslam Toplumuna Yansımaları." Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi 9, no. 1 (2025): 28–44. https://doi.org/10.52115/apjir.1630058.

Full text
Abstract:
İntikam öldürülen bir yakının katilini her ne pahasına olursa olsun belli ritüeller çerçevesinde öldürerek bir çeşit yargısız cezalandırma yöntemidir. Tarih boyunca hemen her toplumda görülen bu durum Hz. Muhammed’in peygamber olduğu Arap Yarımadası’nda da çok yaygındır. Her ne kadar Kur’ân ve Sünnet’te adam öldürmek büyük günah sayılmış, cinayet işleyenin hukuki durumu ortaya konmuş olsa da bazı yeni Müslümanlar bu kötü adetten vazgeçememişlerdir. Bazıları da müşriklerin intikam hırslarının kurbanı olmuşlardır. İşte bu çalışmada hicret sonraki dönemde Müslümanların işlediği intikam amaçlı cinayetlerle müşriklerin Müslümanları intikam amaçlı öldürdükleri olaylar sebep sonuç ilişkisi içerisinde konu edinilmiştir. Önce intikam kavramı ve bunun Câhiliye toplumundaki karşılığı izah edilmiştir. Devamında hicretle birlikte aynı zamanda devlet başkanı olan Hz. Peygamber’in cinayet ve intikamları önlemeye ve böylece cezalandırmadaki sorumluluğu fertlerden alıp hukuk devletine tahsis ettiği icraatlarından bahsedilmişti. Sonrasında da tüm bu tedbirlere rağmen yaşanmış intikam vakaları ve O’nun uygulamalarına yer verilmiş ve malum dönemdeki intikam probleminin değerlendirildiği sonuç bölümüyle nihayete ermiştir. Nitel bir araştırma yöntemi olan doküman inceleme metoduyla temel Siyer kaynakları ve konuyla alakalı çağdaş makale, tez, kitap gibi akademik eserlerden faydalanılarak hazırlanmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
12

ATEŞ, Ayşe. "CEHENNEMLE İLGİLİ VAÎD AYETLERİ." Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD) 23, no. 2 (2023): 73–91. http://dx.doi.org/10.30627/cuilah.1355865.

Full text
Abstract:
Kur’an va’d ve vaîdlerle muhatap kitlede değişim ve dönüşüm amaçlamaktadır. Bu çalışmada doğrudan müminlere yönelik cehennemle ilgili vaîd ayetleri incelenmiş, müminlerin uyarıldığı hususlar tespit edilmiştir. Vaîd ayetlerinde nasıl bir üslup ve hitap tarzı kullanıldığı, bu ayetlerin hangi tutum ve davranışa karşılık zikredildiği, onlar için bir tehdit oluşturup oluşturmadığı değerlendirilmiştir. Müminler kâfirlere/müşriklere, münafıklara, Yahudi ve Hıristiyanlara benzemekten sakındırılmıştır. Helal ve haram hükmüne riayetsizlik göstermemeleri gerektiği konularında uyarılmışlardır. Amaç ahiret bilincini geliştirerek müminin adaleti gerçekleştirmede duyarlı hale gelmesini sağlamak, ilahi hükümlerin aşılmaması gerektiği ilkesini müminlerin kalplerine ve zihinlerine yerleştirmektir. Bunlar yapılmadığı takdirde elem verici azapla, kınanmış ve terkedilmiş bir şekilde cehenneme atılmakla uyarılmışlardır. Bu ayetlerin bağlamı göz önünde bulundurulduğunda va’d ve vaîd birlikteliği dikkat çekmiştir. Vaîdlerin öncesinde ve sonrasında müminlere müjdeler verilmesi önemlidir. Bu çalışma vaîd ayetlerinin müminler açısından doğru anlaşılması ve yorumlanmasına, zaman içerisinde oluşan yanlış algıların önüne geçilmesine katkı sağlayacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
13

ÇİÇEK, Hacı. "Tarihte Müşriklerin Peygamberleri Delilikle Suçlamalarına Dair Analitik Bir Bakış (Hûd Sûresi 54. Ayet Örneği)." Journal of Turk-Islam World Social Studies 44, no. 44 (2025): 245–66. https://doi.org/10.29228/tidsad.80630.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
14

Kılıç, Hasan. "Nüzûl Dönemi Servet Algısının Mekkî Ayetlerdeki Yansımaları." Theosophia, no. 3 (December 27, 2021): 141–64. https://doi.org/10.5281/zenodo.5806618.

Full text
Abstract:
Servet maddi refah ve zenginliğin yanı sıra aile, akraba, kabile gibi insana destek veren toplumsal grup ve kitleleri kapsamına alan bir kavramdır. Mekke müşrikleri İslam davetine icabet eden ilk neslin özellikle köle ve fakir kimselerden oluşmasını yadırgamış, bu durumu hicret öncesi dönemde polemik malzemesi haline getirmişlerdir. Bu itibarla maddi refah ve güçlerini haklılıklarına, Allah nezdinde şerefli bir konuma sahip olduklarına vurgu yapan en belirgin emare olarak dillendirmişler, bu gibi imkânlardan mahrum kalan Hz. Peygamber ve müminleri ise tahkir etmişlerdir. Müşriklerin döneme hâkim zihniyet anlayışını yansıtan bu mukayeseleri sadece fakir müminleri azarlama ve kınamadan ibaret değildir. Onların bu düşüncelerinin altında İslam’ın en önemli umdelerinden nübüvvet ve ahiret konularında zihinlerde şüpheler oluşturmanın, diğer insanların mümin olmasını engelleme niyet ve hedefinin yattığı bilinmektedir. Bu sebeple inanç esaslarının temellendirildiği Mekkî ayetlerdeki beyanlar aynı zamanda müşriklerin söz konusu iddia ve ithamlarını izale eden, bilgi ve işaretlere yer vermektedir. Başka bir deyişle servet olgusu, Mekke döneminde müdahale edilmesi gereken en öncelikli konulardan biri olarak gündeme taşınmıştır. Dolayısıyla bu çalışma Mekkî ayetlerdeki temel konular içerisinde servet olgusuna ilişkin yapılan beyan, vurgu ve imaların keyfiyetini tahlil etmeyi amaçlamaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
15

Maden, Mustafa. "Kur'ân’da Geçen er-Rahmân İsmine Yönelik İddialar ve Bu İddialara Verilen Cevaplar." Darulhadis İslami Araştırmalar Dergisi, no. 6 (June 30, 2024): 18–36. http://dx.doi.org/10.61216/darulhadisdergisi.1458213.

Full text
Abstract:
Kur’ân-ı Kerîm’in nâzil olmaya başladığı ilk dönemden itibaren er-Rahmân ismine yönelik bir takım iddialar ortaya atılmıştır. Rahmân isminin kökeninin yabancı asla dayandığı, Cahiliyye döneminde kullanılmadığı, sadece belli bir döneme ait olduğu, özel isim olarak kullanıldığı, yaratılmışlar hakkında kullanılmadığı, yalnız başına kullanıldığı, sadece Ehl-i kitapla ilgili konularda yer aldığı, bazı Yahûdî-Hristiyan kavramlarının ve uhrevî konuların bu isimle zikredildiği gibi konular bu iddialardan bazılarıdır. Buradan hareket edilerek de Kur'ân’ın ilâhî bir kitap olmadığı ve beşer eliyle yazıldığı ispat edilmeye çalışmıştır. Bu çalışma özellikle Mekke döneminde yaşayan müşriklerin ve Kur'ân hakkında araştırma yapan bazı müsteşriklerin er-Rahmân ismi etrafında şekillendirdikleri iddialarını tespit etmeye ve bu iddiaları cevaplandırmaya yöneliktir. Araştırmada öncelikle Rahmân isminin etimolojik yapısı incelenmiş, müfessirlerin bu isme verdiği anlamlar tespit edilmiş, Kur’ân’da Rahmân vasfının geçtiği âyetlerde bu vasfın biçimsel ve anlamsal farkları ortaya konmaya çalışılmıştır. Sonrasında ise Rahmân ismi ve bu ismin geçtiği âyetlerle ilgili iddialar, Kur’ân bütünlüğü içersinde tefsir ilminin veri ve metotlarına dayanarak, ayrıca bu konuyla ilgilenmiş zevâtın eserlerine müracaat ederek cevaplandırılmaya çalışılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
16

YÜKSEL, Mücahit. "Abdurrahman b. ʻUdeys’in Hz. Osman’ın Katledilmesindeki Rolüne Dâir Rivâyetlerin Tahlili". Abant İzzet Baysal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 10, № 2 (2022): 266–81. http://dx.doi.org/10.33931/dergiabant.1139400.

Full text
Abstract:
Abdurrahman b. ʻUdeys, Hz. Osman ile olan ilişkisinde zıt pozisyondaki iki tutumu ile gündeme gelmiş bir sahâbîdir. Zira o, Hudeybiye Antlaşması sırasında müşriklerle konuşmak üzere gönderilen Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberi geldiği zaman Rıdvân biatına katılan sahâbe arasında yer almıştır. Fakat Hz. Osman’ın kuşatılması ve öldürülmesi olayında Mısır’dan gelen heyetin başında da onun ismi zikredilmektedir. İslâm tarihi kaynaklarında anlatıldığına göre Abdurrahman b. ʻUdeys, Hz. Osman’ın icraatlarından şikâyetçi olan Mısırlıların başında Medine’ye gelmiş ve onun öldürülmesine kadar giden süreçte yer almıştır. Hz. Osman dönemi olayları, genellikle ideolojinin etkisinde kalmış rivâyetlerle değerlendirilmektedir. Dolayısıyla çoğu zaman rivâyetler, râvilerin ön kabullerinin izlerini taşıyabilmektedir. Bu sebeple, Abdurrahman b. ʻUdeys’in, Hz. Osman’ın öldürülmesi olayındaki rolünden bahseden rivâyetlerin sağlıklı bir şekilde tahlil edilmesi gerekmektedir. Bu makalede, halifenin kuşatılması olayında Abdurrahman b. ʻUdeys’in tutumuyla ilgili rivâyetler analiz edilmektedir. Nitekim bu çaba, sahâbenin doğru değerlendirilmesi ve rivâyetlerde görülen ideolojik etkenlerin fark edilmesi noktasında önem arz etmektedir. Çalışmada, konunun özelliğine uygun olarak betimleme ve analiz yöntemleri kullanılmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
17

Eğilmez, Mustafa, and Eda Geyik. "Prof. Dr. Murat Sarıcık'ın "Put: Hicaz'ın Beş Putu ve Çağdaş Putlar" adlı eserinin karşılaştırmalı tahlil ve değerlendirmesi." Kastamonu İnsan ve Toplum Dergisi 1, no. 2 (2023): 169–82. https://doi.org/10.5281/zenodo.10282908.

Full text
Abstract:
İslam tarihini ve medeniyetini tam manası ile kavrayabilmek için, İslam'ın sunmuş olduğu bakış açısının iyi bir şekilde anlaşılması gerekir. Özellikle Cahiliye dönemini tüm yönleriyle incelemek ve irdelemek İslamiyet öncesi Arap yarımadasındaki put inancının modern çağda metalaştırılan çeşitli inanç ve heveslerin benzerliğini görmeyi kolaylaştıracaktır. Neticede İslam açıktan ya da gizliden olan her türlü şirkin karşısında olmuştur. Cahiliye, dünya düzeninde hemen hemen her biçimde ve çeşitli yoğunluklarda varlığını sürdürmüştür. Sarıcık, kitabında ilk olarak Hübel'in kökeni ve Belka'dan Medine'ye nasıl getirildiği hususu ile başlamış, daha sonra ise Taif Rabbesi Allât ve Batn-ı Nahl'deki Uzza putları hakkında bilgiler vermiştir. Ayrıca Uzza ve Allât'ın Cahiliye döneminde ne şekilde Müşriklerin hayatlarında yer aldığı konusuna değinmiştir. Sarıcık, çalışma sürecinde ana kaynaklara ve bazı modern araştırmalara dayanarak putlar ve onlara tapınmanın Allah'a yaklaşmak için nasıl bir anlam taşıdığını açıklamaya çalışmıştır. Bununla birlikte çoğunlukla cisimsel olmadığı için pek fark edilmeyen çağımızın putlarının, düşünce ve zihniyet açısından putperestliği ne şekilde devam ettiriyor olduğuna değinen Sarıcık, konuya ilişkin farklı bir bakış açısı sunmuştur. Bu çalışma ile de Sarıcık'ın kaleme aldığı "Put: Hicaz'ın Beş Putu ve Çağdaş Putlar" adlı kitabın, alandaki diğer çalışmalar ile mukayese ve tahlil edilerek bir bütünlük sağlanmaya ve değerlendirilmeye çalışılmıştır. 
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
18

Demil, Emine. "Hadis Literatüründe Medine Çarşısının Kuruluşu ve Sosyo-Politik Etkileri." Akademik Siyer Dergisi, no. 11 (June 15, 2025): 1–18. https://doi.org/10.47169/samer.1661070.

Full text
Abstract:
Allah Rasûlü’nün (s.a.s) Medine İslam Devleti’ni iktisadi açıdan güçlendirmek, Medine’de birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışma içerisinde yaşamayı tesis etmek ve Müslümanların refah seviyesini artırmak için Mekke’den Medine’ye hicretinde ilk yaptığı faaliyetlerden birisi Medine pazarını kurmasıdır. Câhiliye döneminde ticaretle temayüz etmiş olan Muhâcirler’in ticarette oldukça mahir olmaları Medine pazarının kuruluşunda oldukça etkindir. Bu bağlamda Medine’de Yahudi pazarlarının yanı sıra Muhacirlerin öncülüğünde Müslümanların pazarı kurulmuş, bütün mülkiyetlerini Mekke’de bırakan kutlu hicret yolcularının ekonomik açıdan zor durumda kalmaları önlenmek istenmiştir. Medine pazarının kuruluşuyla Medine’deki iktisadi hayat oldukça canlanmış, Yahudi pazarlarının etkisi ise azalmıştır. Bu husus da Yahudilerin Müslümanlara karşı Mekkeli müşriklerle iş birliği yapmalarına zemin teşkil etmiştir. Medine pazarının kuruluşu serbest piyasanın oluşmasında da oldukça etkili olmuştur. Rasûlullâh (s.a.s), serbest piyasada fiyatları arz-talep dengesine göre oluşturmayı amaçlamıştır. Bu meyanda Allah Rasûlü’nü (s.a.s) serbest piyasa ekonomisinin ilk mimarı şeklinde nitelendirmek mümkündür. Biz ise çalışmamızda cahiliye şiiri, hadisler ve tarih kaynaklarındaki rivayetler çerçevesinde Araplar nezdinde ticaretin önemi ve Kureyş’in ticaretteki konumunu, Medine pazarının kuruluşunda etkili olan faktörleri, Hz. Peygamber’in ticarete dair getirdiği temel prensipleri ve ahlaki ilkeleri, pazarın kuruluşunun sosyo-politik etkilerini incelemeyi amaçlamaktayız. Câhiliye döneminde Mekkeliler nezdinde ticaretin ve çeşitli pazarlara katılımın oldukça yaygın oluşunun onların Araplar nezdinde ticarette mahir olarak tanınmalarında ve bu hususun Medine pazarının kuruluşunda oldukça etkin olduğunun şiirler ve hadis rivâyetleri çerçevesinde ortaya konması çalışmanın özgün yanını teşkil etmektedir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
19

Kaplan, Mustafa Sait. "Ahkâmü'l-Kur'ân Literatürünün Erken Dönem Tefsir Literatüründen Ayrışmasının Bir Örneği Olarak Bedenî İbadetler." Rize İlahiyat Dergisi, no. 28 (April 20, 2025): 139–53. https://doi.org/10.32950/rid.1587159.

Full text
Abstract:
Bu makalede, bedenî ibadetler konusuna delil getirilen ayetler erken dönem-ahkâmü’l-Kur’ân literatürü mukayese edilerek incelenmiştir. Erken dönem literatürü; hicri ikinci ve üçüncü asırlarda telif edilen, günümüze göre en eski, elimizdeki dilbilimsel tefsirler ve rivayet tefsirleriyle ahkâmü’l-Kur’ân literatürü de hicri dördüncü asrın başından hicri yedinci asrın sonuna kadar olan zaman diliminde yazılan ahkâmü’l-Kur’ânlar ile sınırlandırılmıştır. Makalenin genelinde akademik yazım yöntemlerinden deskriptif (betimleyici), karşılaştırma ve tartışma yöntemleri kullanılmıştır. Söz konusu dilbilimsel tefsirlerin ve rivayet tefsirlerinin Kur’an’ın sözsel anlamlarını buna mukabil ahkâmü’l-Kur’ânlar’ın onun metinsel anlamlarını daha çok içermesi nedeniyle her iki literatürü spesifik bir konu özelinde mukayese etmek ve bu suretle aralarında gerçekleşen dönüşümü ortaya koymak ise makalenin başlıca amacı olarak belirlenmiştir. Mezkur hedefe sistemli bir biçimde ulaşabilmek için makale temelde iki kısma ayrılmıştır. İlk alt başlıkta müfessir fakihlerce setr-i avret, cehrî namazda imamı dinleme zorunluluğu, tilâvet secdesi, mushafa abdestsiz şekilde/muhdes halde dokunma ve necasetten temizlik konularında delil getirilen -sırasıyla- A‘râf 7/31, A‘râf 7/204, Meryem 19/58, Vâkıa 56/79 ve Müddessir 74/4 ayetlerinin erken dönem tefsir literatüründe bahsi geçen istikamette değerlendirilip değerlendirilmediği ele alınmıştır. Diğer alt başlıktaysa erken dönem-ahkâmü’l-Kur’ân literatürü mukayesesinin ortaya konabilmesi için aynı ayetlerin ahkâmü’l-Kur’ân literatüründe nasıl değerlendirildiği ele alınmıştır. Bu bağlamda; Müddessir 74/4 ayeti erken dönem tefsir literatüründe Allah rasulünün vahiy tecrübesiyle tanıştığı zamanlarda yaşadığı psikolojik durumu anlatan tahlillerle tefsir edilmiştir. Söz konusu tahlillerde artık onu ağır bir sorumluluğun beklediği, elbisesine/kendine çekidüzen vererek risalet görevine başlaması gerektiği beyan edilmiştir. Aynı ayet, ahkâmü’l-Kur’ân tefsirlerinde necâsetten tahâret (namaz kılınacak yerin ve elbisenin temiz olması gerekliliği) konusunda Hz. Peygamber’den nakledilen hadislerden de destek alınmak suretiyle bir argüman olarak yorumlanmıştır. Vâkıa 56/79 ayetinde yer alan “mutahherûn” sözcüğü erken dönem dilbilimsel tefsirlerde melekler, şerefli elçiler ve temiz ruhânî varlıklar istikametinde anlaşılmıştır. Bu yöndeki bir anlamanın kelimenin temel sözlük anlamlarından ve ayetin iç bütünlüğünden hareketle ortaya çıktığı ifade edilmiştir. İlgili ayet ahkâmü’l-Kur’ân telifatında mushafa abdestsiz/muhdes halde dokunmanın, onu ele almanın haramlığı doğrultusunda kabul görmüştür. Meryem 19/58 ayeti erken dönem tefsir literatüründe peygamberlerin Allah’ın kelâmını işittiklerinde saygıdan eğilmeleri, secde etmeleri hatırladıklarında ağlamaları şeklinde tefsir edilmiştir. Yüce Allah tarafından bu ayette “eğilme, yere kapanma, secde” eylemlerinin ibadet yönüne vurgu yapılmadığı bilakis Allah’a ve onun sözlerine saygı hususunda genel bir perspektifin sunulduğu beyan edilmiştir. Aynı ayet ahkâmü’l-Kur’ân eserlerinde Hz. Peygamber’den nakledilen hatırı sayılır miktarda hadis rivayetleriyle harmanlanıp tilâvet secdesi konusunda bir argüman olarak yorumlanmıştır. A‘râf 7/31 ayetiyle ilgili yorumlar, Kur’an’ın sözsel/lügavî anlamlarının ağırlıkta olduğu erken dönem tefsirlerinde müşriklerin Câhiliye’den kalma hac ve tavaf ibadetlerine dair rivayetler etrafında şekillenmektedir. İlgili ayetin tefsirinde müşriklerin Kabe’yi çıplak biçimde tavaf ettiklerine ait rivayet referanslı açıklamalara yer verilmektedir. Kur’an’ın metinsel manalarını içeren ahkâmü’l-Kur’ân tefsirlerindeyse ayetin bütünü üzerinde i‘mâl-i fikr edilmek suretiyle ayet; namazda bedenin örtülmesi, setr-i avret (belirli vasıfta ve miktarda elbise olmadan namazın geçerli sayılmayacağı) meselelerine bir dayanak kabul edilmiştir. A‘râf 7/204 ayetinde yer alan “festemi‘û lehû” ve “veensıtû” emirleri erken dönem tefsir literatüründe şöyle tefsir edilmiştir: Ayetteki emirlerin muhatabı müşriklerdir. Onlara Kur’an’ın insanlar üzerindeki tesirini engelleyemeyecekleri bildirilmekte, hidayet çağrısına kulak vermeleri ve Kur’an okunduğunda onu ses çıkarmadan dinlemeleri emredilmektedir. A‘râf suresinin aynı ayeti birkaç asır sonra kaleme alınan ahkâmü’l-Kur’ân literatüründeyse mü’minlerin cehrî namazda kıraat etmeden imamın kıraatini dinlemeleri gerektiği şeklinde yorumlanmıştır. Sonuç olarak; müfessir fakihlerin ilk üç ayeti hadislerdeki sarih bilgilerden destek alarak genişletmeleri tefsirde nesnel anlamların öncelenmesi ve hedeflenmesi faaliyetlerine katkıda bulunmuştur. Öte yandan dış bağlama riayet edilmemesinden dolayı son iki ayet hakkında üretilen yorumlarda murâd-ı ilâhîyi yakalama hususunda çok da isabet edilememiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
20

Sevgi, Abdullah. "İlk Dönem Tefsirlerinde Rab Kelimesine Yüklenen Anlamlara Arap Şiirinden İstişhad Örnekleri." Journal of The Near East University Islamic Research Center 10, no. 2 (2024): 410–33. https://doi.org/10.32955/neu.istem.2024.10.2.03.

Full text
Abstract:
Kur’an’ın nazil olmaya başladığı ilk dönem Arap toplumu, Allah’a inanıyor ve Allah’ın her şeyin sahibi ve yaratıcısı olduğunu kabul ediyordu. Günlük konuşmalarında hem Allah hem de Allah’tan başka varlıklar; mesela melekler, hükümdarlar, putlar ve bazı kabile reisleri için Rab ismini kullanıyorlardı. Kur’an’dan anladığımız kadarıyla ilk dönem, Arap müşrikleri gökleri ve yeri yaratan, güneşi emre amade kılan, rızık veren, hayat veren, yüce arşın sahibi ve âlemlerin Rabbinin Allah olduğuna inanıyorlardı. İlk nazil olan 30 sûrede “Allah” isminin 20 defa, “Rab” isminin ise 44 defa geçmesi, Arapların Rab ismini çok iyi bildiğini göstermektedir. Rab ismini izafetsiz bir şekilde sadece Allah için kullanırken başka varlıklar için tamlamayla kullanıyorlardı. Bu dönemde Kur'an, Arapların çok iyi bildiği “Rab” ismini kullanmak suretiyle onlara ilahi mesajını ulaştırmıştı. Diğer ilahi kitaplar gibi Kur’an da ilk muhataplarının dilinde nâzil olmuş ve onların anladığı kelime ve kavramlarla kendilerine hitap etmiştir. Allah’ı tanımak, O’nun hakkında doğru bilgi sahibi olmak ancak Kur’ân-ı Kerîm’de kendisini tanıttığı isim ve sıfatları bilmekle mümkündür. “Rab” ismi de Kur’an’da “Allah” lafzından sonra en çok kullanılan, ulûhiyeti tanımlayan ve bütün mahlûkatla ilgisi olan bir isimdir. Kur'an'da 971 defa geçen “Rab” isim sıfatı 964 yerde doğrudan Allah'a nispet edilmektedir. Rab isminin Kur’an’daki bu yaygın kullanımı ve diğer esmâ-i hüsnâ, özellikle Azîz, Ğafûr, Rahîm, Raûf, Tevvâb, Ğanî ve Vedûd ile birlikte kullanılması bu ismin önemini artırmaktadır. Bu ismi anlamak aynı zamanda diğer esmâ-i hüsnâ’yı da anlamayı kolaylaştırmaktadır. Bu ismin anlamını ortaya çıkarabilmek için ilk dönem tefsirlerine ve Arap şiir divanlarına başvurmak gerekir. Biz de bu makalede, “Rab” kelimesinin Kur’an’da ifade ettiği anlamların delillerini, Kur’an’ın ilk muhatapları olan Arapların şiirinde bulmaya çalıştık. Bunun için kadim tefsir kaynaklarına ve ilk dönem Arap şiir divanlarına başvurduk. Erken dönem şiirleri, sahipleri ve ortaya çıkış tarihleri, şiirin sözlü rivayet yoluyla Abbâsî çağına ulaşma şekli ve Arap şiirinin sıhhati tartışma konusudur. Bir tarafta, dînî, sosyal, siyasal ve kültürel açılardan klasik Arap şiirinin intihal olduğunu savunan David Samuel Margoliouth (öl. 1940) ve Tâhâ Hüseyin (öl. 1973) gibi âlimler, diğer taraftan onlara reddiyeler yazarak intihal olmadığını savunan Muhammed Hıdır Hüseyin (1876-1958), Mustafa Sâdık er-Râfi‘î’nin (1881-1937) mücadelesinin bir benzeri günümüze kadar devam etmektedir. Ancak bu araştırma söz konusu tartışmadan uzak, dönemin şiirlerinde “Rab” kelimesinin kullanıldığı anlamları tespit etmeye çalışmaktadır. Çünkü Kur’an’ın indiği dönem Araplarının bu kelimeye yüklediği manaları araştırıp bulmak, Kur’an’ı iyi ve doğru anlamayı kolaylaştırmaktadır. Zira Kur’an, mevcut dili kullanarak vahye muhatap olan Arapların bozuk inanç ve düşüncelerini kelimelere yüklediği anlamlarla düzeltmeye çalışmıştır. Kur’an, Cahiliyede kullanılan lafızları almış, sözlük anlamlarıyla bağlarını tamamen koparmadan kelimeleri aynı anlamda, bazen anlamlarını daraltarak veya genişleterek veya ek anlamlar yükleyerek mesajını ulaştırmaya çalışmıştır. Bizim şiirlerde bulduğumuz anlamlar bugün “Rab” ismine yüklenen anlamların delilleri ve temelini oluşturmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
21

Ece, Abdurrahman. "Sövmeyi ve Lanet Etmeyi Yasaklayan Hadisleri Doğru Anlamak." Harran Theology Journal, no. 51 (May 16, 2024): 67–84. http://dx.doi.org/10.30623/hij.1312471.

Full text
Abstract:
Hadisleri doğru anlamak, geçmişte olduğu gibi bugün de hadis ilminin önemli problemlerinden biridir. Bunun sebeplerinden biri birbiriyle muârız gibi görünen hadislerdir. Bu tür hadislerle karşılaşan Müslümanlar, hadisleri doğru anlamakta sorun yaşayabilmektedirler. İlk dönemlerden beri âlimler bu tür hadislerin doğru anlaşılması için çeşitli çalışmalar yürütmüş ve bunun için bazı yöntemler geliştirmiş olsalar da konunun halen gündemde olması bu alanda yeni çalışmaların yapılması gerektiğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı birbiriyle çelişir gibi görünen “sebb” ve “la‘n” konusundaki hadislerin arasındaki teâruzu gidermektir. Çalışmanın kapsamı “sebb” ve “la‘n” hadisleriyle sınırlıdır. Bu konudaki hadislerin doğru anlaşılmasında karşılaşılan güçlükler ve aralarında hakikatte bir teâruzun olup olmadığı gibi toplumun gündemini meşgul eden sorular, konunun araştırılmasını gerektirmiştir. Çalışmada tespit ve tahlil yöntemi uygulanarak bu tür hadisler arasında varmış gibi görünen teâruzun nasıl anlaşılması gerektiği ortaya konmuştur. Bu bağlamda öncelikle “sebb” ve “la‘n” kavramlarının anlamı üzerinde durulmuş, sebbetmeyi ve lanetlemeyi yasaklayan hadisler ile onlara muhalif gibi görünen hadisler birlikte değerlendirilmiştir. Hadis kaynakları incelendiğinde Hz. Peygamber’in sövmeyi yasaklayan birçok hadisinin olduğu tespit edilmiştir. Ölülere, idarecilere, devlet başkanına, sahâbeye, rüzgâra, zamana, geceye, gündüze, güneşe, aya ve daha birçok şeye sövmemek gerektiği hadislerde ifade edilmiştir. Bunlara bakıldığında Hz. Peygamber’in genel anlamda sebbetmeyi uygun görmediği ve açıkça bunun karşısında olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan bazı hadisler dikkate alındığında ise tüm sebblerin günah yönünden aynı olmadığı görülmektedir. Hz. Peygamber’in sebb gibi lanetlemenin de karşısında olduğu, “Ben lanet okuyan biri olarak gönderilmedim” buyurmasından, lanet okuyanları gördüğünde “lanet etmeyin” diyerek müdahale etmesinden ve “Lanet okuyanlar, kıyamet gününde şefaatçi ve şahit olamazlar” anlamındaki hadislerinden anlaşılmaktadır. Sebbetme ve lanetlemenin yasak olduğu genel bir ilke olarak anlaşılsa da hadislere bakıldığında bu ilkeye muârız gibi görünen rivayetlere de rastlanmıştır. Hz. Peygamber’in, “Allah’ım, Şüphesiz ben de bir beşerim. Müslümanlardan her kime, (hak etmediği halde) sebb ya da lanet ettiysem veya canını acıttıysam bunu onun için günahlardan arınma ve rahmet vesilesi eyle!” şeklindeki duası, sebb ve beddua anlamında yorumlanabilecek ifadeler kullanması, müşriklere ve ehl-i küfrün ileri gelenlerine beddua okuması, Recî‘ ve Bi’rimaûne facialarını gerçekleştiren kabilelere lanet ve bedduada bulunması, faiz yiyeni, yedireni, yazanı, şahit olanı ve daha başka kimseleri lanetlemesi bu yasağa muârız gibi görünmektedir. Çalışmada Hz. Peygamber’in, cahiliye döneminden kalma sebb, lanet ve beddua etmeye karşı olduğu, tasvip etmediği ve bu ahlakı değiştirme amacını güttüğü sonucuna ulaşılmıştır. Hz. Peygamber’in sebb, lanet ve beddua anlamındaki hadislerine gelince bunlar, muhatapları dikkate alınarak inananlara yönelik olanlar ve belirli şahıslara yönelik olmayıp İslam’a aykırı vasıflara yönelik olanlar şeklinde iki kısımda değerlendirilmelidir. Hz. Peygamber’in amacı, inanan toplumu bu vasıflardan arındırmaktır. Allah Resulü, görünürde sebb ifadesi olan ancak Arapların sebb anlamı yüklemedikleri sözler de kullanmıştır ki bu ifadelerle hakikat anlamları kastedilmemiştir. Hz. Peygamber’in, Müslümanlara saldıran ve zulümleri ile ön plana çıkan Mekke müşriklerine bir tepki olarak kullandığı ifadeleri de vardır ve bunlar, zulme uğrayanların tepkisel davranışlarına delil teşkil eden “Allah kötü sözün açığa vurulmasını sevmez; ancak haksızlığa uğrayan başka.” mealindeki Nisâ Sûresi 4/148 âyeti kapsamında değerlendirilmelidir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
22

Çetin, Fatma. "Kur’ân-ı Kerîm Tefsirinde Ashabın Hz. Peygamber’e Yönelttiği Soruların Önemi." Journal of The Near East University Islamic Research Center 9, no. 2 (2023): 163–76. http://dx.doi.org/10.32955/neu.istem.2023.9.2.01.

Full text
Abstract:
Son ilahi vahiy olan Kur’ân-ı Kerîm dili Arapça olan bir topluluğa kendi içlerinden bir insan vasıtasıyla Arapça olarak indirilmiştir. Kur’ân’ın muhatapları tarafından gereği gibi anlaşılmasını murad eden Allah Teâlâ, bunun için Hz. Muhammed’i görevlendirmiş, anlamakta zorluk çekecekleri hususları onun vasıtasıyla izah etmiştir. İslam tarihi incelendiğinde Kur’ân’ın ilk muhatapları olan Mekke halkının, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği Kur’ân’ın diline karşı bir yabancılık hissetmedikleri söylenebilir. Kur’ân’ın Allah kelamı, Hz. Muhammed’in de Allah’ın peygamberi olduğuna iman etmeyen Mekkeli müşriklerin dahi Kur’ân’ın manasının anlaşılmadığı yollu bir iddia ve itirazlarının olmaması, aksine Kur’ân’ın, kendi konuştuklarının çok üstünde bir hitap şekline ve eşsiz bir üsluba sahip olduğunu itiraf etmeleri, bu durumun en gerçekçi delili olarak gösterilebilir. Allah Rasûlü’ne iman eden sahabe ise Allah’ın emir ve yasaklarını harfiyen uygulamak için Kur’ân’ı tekrar tekrar okuyarak zihinlerine ve kalplerine yerleştirmeye çalışmışlardır. Bununla birlikte bazı ayetlerin anlaşılması noktasında daha fazla bilgiye ihtiyaç bulunduğu ortaya çıkmıştır. Buna binaen Rasûlullah zaman zaman bazı ayetlerin tefsirini yapmış, kimi zaman da ashabın yanlış anlama ve yorumlamalarını tashih etmiş, yer yer doğrudan bir ayeti veya sureyi yorumlamış, kapalı noktalarını açıklamış, bazen de kendisine sorulan soruları cevaplayarak Kur’ân’ı tefsir ettiği görülmüştür. Aşağıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere sahabe, Fâtiha suresinde zikredilen, “Allah’ın gazap ettiği ve sapkın olduklarını ilan ettiği” grupların kimler olduklarını öğrenmek için Hz. Peygamber’e müracaat etmişlerdir. Bir başka zaman “onların kimi şakî, kimi de saîddir.” (Hûd,11/105) ayetinden bütün insanların akıbetinin belli olduğu sonucunu çıkardıkları için kader konusunda akıllarına takılan konuları sormuşlardır. Yine Ramazan’da oruç tutulacak vaktin tayini ile ilgili ayetin manasını Hz. Peygamber’e sorup öğrenmişlerdir. Ya da yüklediği sorumluluk bakımından kendilerine ağır gelen kimi ayetler karşısında yaşadıkları tereddütleri Hz. Peygamber ile paylaşmışlardır. Ashabın akıllarına takılan bu gibi sorular ve konular incelendiğinde, Kur’ân tefsirinde, sadece kelimelerin anlamlarını bilmenin yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Sahabenin sorularının, ayetteki kapalılığın giderilmesi veya genel bir mana ifade eden mücmel ayetlerin açıklığa kavuşturulması ihtiyacından kaynaklandığı görülmektedir. Bu tür sorular karşısında Allah Rasûlü’nün ayette anlaşılmayan noktaları açıkladığı, sorulan sorulara cevap verdiği, kapalı kalan ifadeleri açıklığa kavuşturduğu, genel ifadeler içeren ayetlerin sınırlarını belirlediği ve yer yer başka açıklamalar da yaptığı anlaşılmaktadır. Bu çalışmada biz Kur’ân-ı Kerîm’in tefsirinde sahabenin sorduğu soruların, Kur’ân’ı anlamak ve gereği gibi uygulamak için ne denli önemli olduğuna dikkat çekmek istedik. Bu konu Tefsir Usûlü kaynaklarında “Kur’ân’ın sünnet ile tefsiri” başlığı altında işlenmektedir. Bu vesilesiyle biz, Allah’ın muradını anlamak hususunda ashabın Hz. Peygamber’e sordukları soruların Kur’ân-ı Kerîm’in sünnetle tefsirinde alt bir başlık altında ele alınmasının isabetli olacağına dikkat çekmek istedik. Bu amaç doğrultusunda bu çalışmada, sahabenin anlamakta zorlandığı ve anlamını öğrenmek için Allah Rasûlü’ne sorular yönelttiğine dair bazı ayetlerden örnekler verilmiştir. Bu ayetlerin sıralanmasında Mushaf tertibi esas alınmıştır. Araştırma, rivayetlere dayandığı için kaynak olarak hicri ilk 10 asırda telif edilmiş olan tefsirler esas alınmakla birlikte konuya dikkat çeken günümüz çalışmalarına da müracaat edilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
23

Çapcıoğlu, İhsan, Mehmet Akın, and Niyazi Akyüz. "Göç Olgusunun Dini ve Toplumsal Yansımaları: Kur’an’daki Atıflar Bağlamında / Religious and Social Reflections of the Migration: In the Context of Quranic References." Journal of History Culture and Art Research 7, no. 5 (2018): 596. http://dx.doi.org/10.7596/taksad.v7i5.1811.

Full text
Abstract:
<p><strong>Abstract</strong></p><p>In order to sustain the life, first and foremost, the person needs the basics such as food and clean water, apparel and shelter. But, along with the economical conditions, if the humanly conditions based on trust and social peace lacks or not enough in a region, then it is almost impossible to sustain basic needs for people. These situations caused the people leave their places in throughout history. For this reason, migration is a sociological fact on the agenda of humanity. The religions, as are known, present people sense making interpretations overcoming hardships, helping them coping with the problems, strengthening them against these situations. Within this frame, the experiences of prophets, among the examples given in Quran constitute an important part. Like any person, the prophets also faced hardships. For example, Prophet Moses, because of the insecurity of the situation, had to leave his country. The last prophet, Muhammad, faced with the oppression and persecution of the polytheists, allowed the Muslims first to emigrate to Ethiopia and then to Medina. Before, during and after the migration, the hardships saddened the prophets, led them to bad mood from time to time as every other people, but the patience, resolution, tenacity and determination of them became a source of hope not only for their believers but the humanity. Hence, in Quran it is stated that, the people who had to leave their country, will be rewarded in this world and in the afterlife. The statement of Quran continues to be a light of hope in today’s world where the number of people, who is not allowed to have the basic needs increases every day, and the consciences without empathy becoming more blind. The emigrants today continue to struggle for life. In this paper, how the struggles of the emigrants be interpreted within the Quran perspectives as a Hegira Phonemenon is deliberated. In this way, it is aimed that along with the historical meaning of the migration as a universal fact, the reflections on today and relations on current issues be determined.</p><p><strong>Öz</strong></p><p>İnsanın yaşamını sürdürebilmesi, öncelikle yeme-içme, giyim-kuşam ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının karşılanmasına bağlıdır. Ancak ekonomik koşulların yanında, toplumsal barışa ve güvene dayalı insani koşulların yetersiz olduğu ya da bulunmadığı coğrafyalarda yaşamak zorunda kalan insanlar açısından söz konusu temel ihtiyaçların karşılanması neredeyse imkânsızdır. Bu durum, tarih boyunca insanların içinde yaşadıkları mekânı kitleler halinde terk etmelerine yol açmıştır. Dolayısıyla göç, başlangıçtan itibaren insanlığın gündeminden düşmeyen sosyolojik bir olgu olmuştur. Bilindiği gibi dinler, insanların yaşadıkları zorluklarla başa çıkmalarını kolaylaştıracak ve söz konusu durumlar karşısında onları güçlendirecek çeşitli anlamlandırma biçimleri sunar. Bu kapsamda, Kur’an’da verilen örnekler arasında peygamberlerin tecrübeleri önemli bir yer tutar. Nitekim her insan gibi onlar da, çeşitli zorluklarla karşılaşmışlardır. Hz. Musa yaşadığı ortamın güvensizliğinden dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Son peygamber Hz. Muhammed de, müşriklerin eziyet, işkence ve zulümleri karşısında Müslümanlara önce Habeşistan’a, daha sonra da Medine’ye Hicret etme izni vermiştir. Göç öncesinde, esnasında ve sonrasında karşılaşılan zorluklar, her insan gibi peygamberleri de üzmüş; ancak yaşananlar karşısında onların gösterdikleri sabır, metanet, azim ve kararlılık, sadece kendilerine inananlar açısından değil, diğer insanlar için de umut kaynağı olmuştur. Nitekim Kur’an’da çeşitli nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanların dünyada da ahirette de ödüllendirileceği bildirilmiştir. Kur’an’ın bu beyanı, temel ihtiyaçlarını karşılamalarına izin verilmeyen insanların sayısının her geçen gün arttığı ve empatiden yoksun vicdanların giderek körleştiği günümüz dünyasında göçmenlere umut ışığı olmaya devam etmektedir. Çünkü onlar, her zamanki gibi zorlu koşullarda yaşam mücadelesi vermektedir. Bu makalede, göçmenlerin verdiği bu mücadelenin Kur’an perspektifinden Hicret örneğinde nasıl anlamlandırıldığı üzerinde durulmaktadır. Böylece, evrensel bir olgu olarak göçün tarihsel süreçteki anlamının yanı sıra, günümüze yansımalarının saptanması ve güncel örneklerle ilişkilendirilmesi amaçlanmaktadır.</p>
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
24

YÜKSEL, Mücahit. "Hudeybiye Antlaşması’nın Sosyo-Politik ve Stratejik Açıdan Tahlili Üzerine Bazı Tespitler." Tasavvur / Tekirdağ İlahiyat Dergisi, May 22, 2023. http://dx.doi.org/10.47424/tasavvur.1265344.

Full text
Abstract:
Hudeybiye Antlaşması, İslâm tarihindeki önemli dönüm noktalarından birisidir. Nitekim öncesinde müşriklere karşı savunma durumunda olan Müslümanlar, bu antlaşmanın ardından üstünlüğü ele geçirmeye başlamışlardır. Ayrıca bu antlaşma ile müşrikler ilk defa Müslümanları bir güç olarak tanımış oldular. Bu antlaşmanın öncesinden sonuna kadar yaşanan süreç, Hz. Peygamber’in siyasetindeki sosyolojik ve psikolojik birçok başarılı hamleyi de ihtiva etmektedir. Zira Hz. Peygamber, özellikle sergilediği barışçıl tavır ve başarılı siyaset sayesinde müşrikleri antlaşma yapmak zorunda bırakmıştır. Hz. Peygamber’in dikkat ettiği diğer sosyolojik ve psikolojik hususlar ise şu başlıklar altında toplanmaktadır: Toplum sosyolojisini iyi analiz etmek ve kamuoyunun desteğini kazanmak, kararlılık vurgusu yapmak, tedbirli olmak, istişareye önem vermek, birlik görüntüsü vermek, düşmanının değer yargılarını bilmek ve ilkeli davranmak. Nihayet, Hz. Peygamber’in uzun vadeli ve ilkeli hamleleri, müşriklerin dar çerçeveli ve kişisel hamleleri karşısında üstün gelmiştir. Bu makalede, Hudeybiye Seferi’nin başından sonuna kadar uzanan süreçte Hz. Peygamber’in ve müşriklerin karşılıklı olarak uyguladıkları psikolojik harp unsurları üzerinde durulmaktadır. Nitekim bu önemli veriler, her devirdeki Müslümanlara örnek olacak mahiyettedir. Çalışmada, muhtevanın niteliği gereği tasvir edici, didaktik ve analiz edici metot kullanılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
25

HOCAOĞLU, Öznur. "MÜŞRİKLERİN PEYGAMBER ALGISI VE HZ. PEYGAMBER’E İFTİRALARI." Yönetim Ekonomi Edebiyat İslami ve Politik Bilimler Dergisi, October 30, 2023. http://dx.doi.org/10.24013/jomelips.1196524.

Full text
Abstract:
Bu çalışmada, müşriklerin peygamber algısı, nasıl bir peygamber istedikleri ve bu bağlamda Hz. Peygamber’e attıkları iftiralar, Kur’an-siyer bütünlüğünde incelendi. Kur’an temel alınarak, müşriklerin iftiraları ve varsa Kur’an’dan cevapları mukayeseli olarak beyan edildi. Bununla beraber attıkları iftiraların sebebi, Siyer kaynaklarından tespit edilmeye çalışıldı. Müşriklerin zihnindeki peygamberin, bir melek veya meleklerin desteklediği bir peygamber olduğu ifade edilmektedir. Onlar beşer bir peygamber olacaksa Mekke ve Taif’in iki büyük insanından birinin peygamberliğe daha layık olduğunu veya Hz. Muhammed gibi bir beşer, peygamber olacaksa o zaman bağlarının bahçelerinin olması gerektiğini iddia etmektedirler. Ayrıca müşriklerin peygamberlik için yemeyen, içmeyen ve çarşı- pazarda gezmeyen birinin olması gerektiği gibi akla ziyan kriterleri bulunmaktadır. Müşrikler; Hz. Muhammed’in nübüvvetini kabul etmedikleri için bu isteklerinin yanında O’na olmadık iftiralar atmışlardır. Bu çalışmada müşriklerin Hz. Peygamber’e İbn Ebi Kebşe, Sabii gibi Kur’an’da geçmeyen bazı sıfatları yakıştırmaları ve ayrıca mecnun, kahin, yalancı ve muallem gibi Kur’an’da yer alan iftiraları üzerinde duruldu. Bu ithamların temelinde insanların Hz. Peygamber ve mesajından etkilenmemesi ve müşriklerin ileri gelenlerinin statükolarını kaybetme korkusu olduğu sonucuna ulaşıldı. Ancak açıkçagörülmektedir ki Hz. Peygamber’in şahsiyetinin bu sıfatlara uymadığı bizzat Velid b. Muğire ve Ebu Cehil gibi müşriklerin ileri gelenlerinin itiraflarıyla anlaşılmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
26

KILINÇ, Neslihan. "Hz. Peygamber'in İslâm Öncesi İbadetine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi." Akademik Platform İslami Araştırmalar Dergisi, July 31, 2023. http://dx.doi.org/10.52115/apjir.1316282.

Full text
Abstract:
Hz. Peygamber’in İslam öncesinde Hanif geleneğine uygun ibadetleri yerine getirdiği rivayetlerden anlaşılmaktadır. Bununla birlikte müsteşriklerin onun da Mekkeli müşrikler gibi Lât ve Uzzâ adlı putlara taptığı iddiasını ortaya atmışlardır. Araştırma bu iddiaya dayanak alınan rivayetin, hadis ilmi açısından isnad ve metin tahlilini ve üzerine yapılan tartışmaları konu edinmiştir. Araştırmada rivayetin, isnadı ve metni açısından tahlili yapılmış, rivayet, hadis kaynakları yanında diğer kaynaklara da tarih sürecinde nasıl anlaşıldığı kronolojik olarak ele alınmıştır. Ahmed b. Hanbel, rivayeti, Hz. Hatice’nin (r.anhâ) komşusu veya hizmetçisinden ferd bir tarikle nakletmektedir. Rivayet ilmi açısından haberin isnadı muttasıl ve râvileri sikadır. Rivayet edilmiş olan metnin son kısmında yer alan “Onların (müşriklerin) uyumadan önce taptıkları putları vardı” ifadesi tartışmanın mihverini teşkil etmektedir. Ravilerce habere ziyade edilmiş olan bu kısım Müşriklerin günlük hayatına dair açıklama olduğu anlaşılmaktadır. Haberin, bağlamından koparılıp metin üzerinden tarihi boyutu ve dilin imkânları dikkate alınmadan ön yargılı bir yoruma tabi tutulduğu anlaşılmaktadır. Hadisin, doğru anlaşılması için öncelikle Hz. Peygamber’in bu haberi niçin, hangi tarihte söylediği tespit edilmesi önemlidir. Bu sebeple ilgili rivayet tarihi bilgiler ve Kur’ân’ın muhtevası ile okunduğunda sözün kime, niçin, nerede, hangi olay üzerine söylendiği netleşmektedir. Kur’ân ve siyer kaynaklarındaki verileri; olayın Mekke döneminde Müşriklerin bir gün Allah’a bir gün de Lât ve Uzzâ’ya ibadet edelim teklifi üzerine nazil olan Kâfirûn suresinin muhtevası ile ilgili olduğu görülmektedir. Hz. Peygamber onların bu tekliflerine bir tepki olarak “ Ey Hatice! Allah’a yemin ederim ki Lât ve Uzzâ’ya ibadet etmem. Allah’a yemin ederim ki asla da ibadet etmeyeceğim” demiştir. Buna karşılık Hz. Hatice (r.anhâ) de: Boşver Lât’ı, boşver Uzzâ’yı demiştir. Rivayete eklenen son kısım: “Onların (müşriklerin) uyumadan önce taptıkları putları vardı” sözü ravilerinden birine ait ziyade olmalıdır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
27

HOCAOĞLU, Öznur. "Hz. Peygamberin Mekke Dönemi Mücadelesine Panoramik Bir Bakış." Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, November 25, 2022. http://dx.doi.org/10.32950/rteuifd.1166333.

Full text
Abstract:
Hz. Muhammed’in (a.s) mücadelesi hakkı tebliği ile eş zamanlı olarak başlamıştır. Allah Rasulü ilk dönemde insanları İslam’a tek tek davet etmiş (gizli davet dönemi) bir süre sonra gelen ilahi emirle kitlesel olarak davet faaliyetini sürdürmüştür (açık davet dönemi). Müşrikler başlangıçta bu yeni dini ciddiye almamış, tahkir etmişlerdir. Zamanla müntesiplerinin arttığını, kendi yaşam tarzlarının tehlikeye gireceğini görünce, Hz. Peygamberi uzlaşma, iftira, meydan okuma yolu ile etkisiz hale getirmeye çalışmışlardır. Hz. Peygamber’in ve Müslümanların aldırış etmediğini görünce baskı, zulüm ve işkence ile sindirme politikası uygulamışlardır (mücadele dönemi). Bu çerçevede dayak, hapis, ekonomik ve sosyal ambargo, (Yasir ve Sümeyye örneklerinden olduğu gibi) ölümle sonuçlanan işkenceler de dahil her türlü zulmü icra etmişlerdir. Bu zorlu süreçte Kur’an, iman edenlerin yılmaması yollarından dönmemesi için Hz. Peygamber’e ve onun şahsında Müslümanlara bu şartlarda ne yapmaları gerektiğini belirtmiştir. Bu minvalde Allah Rasulü’ne müşriklerin yaptıklarına aldırış etmeyip davetten ve mücadelesinden asla vazgeçmemesi, haddi aşanlara karşı yardımlaşılması ve insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksızlık yapanlara karşı durulması emredilmiştir. İndirilen vahyin dosdoğru bir şekilde anlatılıp emredildiği tarzda yaşanılması gerektiği ilan edilmiştir
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
28

Muhammed, Eşref AYTAÇ. "KUR'ÂN'DA MÜŞRİKLERE YÖNELİK ELEŞTİRİLER." March 28, 2022. https://doi.org/10.5281/zenodo.6396424.

Full text
Abstract:
Kur’ân’ın nüzul dönemindeki ilk muhatabı müşrikler olduğu için kendilerine tebliğde bulunulan ilk topluluk da yine onlar olmuştur. Ancak müşrikler tebliği kabul etmemiş ve kendilerine bildirilen vahye karşı argüman üretmiştir. Kur’ân ise hem onlara cevap vermiş hem de müşrikleri çeşitli açılardan eleştirmiştir. Söz konusu eleştirilerin genel olarak müşriklerin ürettiği argümanlar ve ortaya attıkları iddialarla ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Kur’ân bahse konu argümanların ve iddiaların bilimsel bir değerinin olmadığını özellikle vurgulamaktadır. Bu bağlamda müşriklere Allah hakkındaki bilgilerini kimden ve nasıl öğrendiklerini sorgulatarak peygamberliği kabul etmemenin kendileriyle çelişmek olacağını ifade etmiştir. Mezkûr ifadeler Kur’ân’ın müşriklere epistemik açıdan bir eleştirisi niteliğindedir. Bununla birlikte Kur’ân bilgi ve amel ilişkisi bağlamında da müşrikleri eleştirmektedir. Kur’ân’ın beyanına göre müşrikler haklı olmadıklarını bilmelerine rağmen yanlışlarında ısrarcı olmuşlardır. Bu çalışmada Kur’ân’ın bahse konu eleştirileri belirli başlıklar altında toplanmış ve bunlara örnekler verilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
29

Eraslan, Sadık. "Yanlış Anlaşılan Fetih ve İlk Örnekler." Scientific Journal of Faculty of Theology, no. 28 (May 10, 2023). http://dx.doi.org/10.52754/16947673_2020_28_4.

Full text
Abstract:
İslâm fetihleri, kaynağını Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’ in bizzat söz ve davranışlarından almıştır. Dolayısıyla her konuda olduğu gibi bu konuda da kaynaklarda yer alan bir takım kaide ve kurallar da vardır. Hz. Peygamber (s.a.s.) in devrinde yapılan tüm fetihler ve bu fetihler sebebiyle yapılan silahlı mücadelelerin temelinde savunma amacı vardır. Başta Bedir Gazvesi olmak üzere Uhud ve Hendek gazveleri tamamen Medine çevresinde cereyan eden ölüm-kalım savunma mücadeleleridir. Hicretten evvel olduğu gibi, hicretten sonra da daima Müslümanlar ve Hz. Peygamber (s.a.s.) müşriklerin baskı ve zulümleri ile karşıkarşıya kalmışlardır.
 Müslümanlar ve özellikle Hz. Peygamber (s.a.s.) sadece İslâm’a davet görevi ile yetinmek istemişlerdir. Zaten Hicret öncesi Mekke hayatında ilâhi izin henüz verilmediği için her şeye rağmen Müslümanlar savunmak için de kaba kuvvet kullanmamışlardır. Hicret’ten sonra da silahlı mücadele ile savunma izni çıkmasına rağmen, daima saldıran veya Bedir Gazvesi için olduğu gibi, saldırmak için hazırlıklar yapan müşrikler olmuşlardır. Buna rağmen başta Hz. Peygamber (s.a.s.) olmak üzere Müslümanlar barıştan ve en azından kan dökülmemesinden yana olmuşlardır.
 Bunun en güzel örnekleri Medine ve Mekke’nin İslâmlaşmasıdır. Medine İslâmlaşması hiçbir silahlı güç kullanmadan; tamamen bir tebliğ ve güzel örnek olmanın eseridir. Mus’ab b. Umayr gibi bir fedakâr sahabinin rehberliğinde ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’in emriyle yapılan bir eğitim-ğretim sonucunda gerçekleşmiştir. Mekke ise, düşmanın da olsa kanının dökülmemesi için dünya tarihinde eşine rastlanmayan çabalar sarf edilmiştir. Öyle ki, en ağır suçlular bile affedilmişlerdir. Bir fetih olarak kabul edilen Hudeybiye ise tamamen bir barış antlaşmasından ibarettir. Onun için yegâne örneğimiz olan Hz. Muhammed (s.a.s.)’in fetih felsefesi esas itibarıyla gönüllerin fethi ve barış maksatlıdır. Yanlış zannedildiği gibi bir işgal ve kan dökme amaçlı değildir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
30

Inam, Ahmet. "NÜZUL SIRASINA GÖRE ŞEFAAT MESELESİ – ŞEFAAT’İN CAHİLİYE PANTEON’UNA UYARLANMASI." Cihanşümul Akademi Sosyal Bilimler Dergisi, December 12, 2024. https://doi.org/10.62356/cihansumul.1529397.

Full text
Abstract:
Cahiliye döneminin Mekkeli müşrikleri, evreni yaratma eyleminden sonra artık Allah'a -Kâbe'nin İlahı olması dışında- özel bir önem atfetmiyorlardı. Çünkü o dönemde Arapların çoğu dünya hayatının tek hayat olduğuna inanıyordu. Kuran'a göre, zaman (dehr) içinde yok olacaklarına inanıyorlardı ve ahiret inançları yoktu. Bununla birlikte, birkaç Kur'an ayeti, putların ahirette onlar için sağlayacağı şefaat fikrine atıflar içerir. Ahirete inanmayanların taptıkları putların ahirette kendilerine şefaat edeceğini düşünmeleri makul değildir. Bu makalede, çelişkili gibi görünen konuya “açıklık” getirmek amacıyla, şefaatle ilgili ayetler nüzul sırasına göre incelenecek ve Zuhruf Suresi'nin 86. ayetinin nüzul sebebi değerlendirilecektir. Böylece müşriklerin uzun bir zaman diliminden sonra Hazreti Muhammed'in tebliğ ettiği ayetlerden etkilenerek şefaat inancını kendi inanç dünyalarına (panteonlarına) uyarladıkları görülecektir. Ayetleri nüzul sırasına göre incelediğimizde, “şefaati reddeden” ayetlerin Mekkeli müşriklerin şefaat inancına yönelik olduğunu da göreceğiz.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
31

KOÇAK, Zeynep Canan. "Hz. Peygamber’e Yönelik “Mecnûn” İthâmının Câhiliye Dilinde Mânâsı." Tasavvur / Tekirdağ İlahiyat Dergisi, November 24, 2023. http://dx.doi.org/10.47424/tasavvur.1365405.

Full text
Abstract:
Hz. Peygamber’in tevhid mesajını dile getirmesi, kendisine inananların, etrafında kümelenmesiyle sonuçlanmışken muhataplarının çoğunluğundan da tepkiler almasına sebep olmuştur. O, öncelikle söz konusu mesajı ciddiye alınmayarak ya da aşağılanarak vazgeçirilmek istenmiş, zaman içerisinde taraftarının arttığı görülünce daha sert yöntemlerle engellenmeye çalışılmıştır. Hz. Peygamber’in, ağzından büyüleyici sözler dökülen bir sihirbaz, başkalarından öğrendiği haberleri kendisine vahyedilmiş gibi aktaran bir yalancı, akıl sağlığını yitirdiği için atalar dinine aykırı söylemlerde bulunan ve tedavi edilmesi gereken bir kimse olduğu müşriklerce iddia edilir olmuştur. İşbu makale, bu meyanda müşriklerin Hz. Peygamber’in bir “mecnûn” olduğu şeklindeki iftiralarını ele almakta ve onların bu iddialarıyla ne kastettiklerini anlamaya çalışmaktadır. Müşriklerin söz konusu iddialarını bize haber veren Kur’ân âyetlerinin Türkçeye tercümesi dikkate alındığında çoğu meâlin “mecnûn” kelimesine “delilik” anlamı verdiği görülmektedir. Söz konusu ifadeye câhiliye Araplarının ne anlam yüklediği incelendiğinde ise kelime bambaşka bir anlam kazanmakta, müşriklerin, “mecnûn” ithamıyla kasıtlarının “delilik” ile ifade edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Bu meyanda çalışmamız, söz konusu ithamın câhiliye Arapları nezdindeki mânâsından yola çıkarak nasıl anlamlandırılması gerektiğine dair bir teklif sunmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
32

Şahin, Resul. "Tevrat ve Kur’an’a Göre Karun veya Şımarık ve Zorba Bir Kapitalistin Feci Akıbeti." Akademik MATBUAT, November 1, 2023. http://dx.doi.org/10.62809/matbuat.1215811.

Full text
Abstract:
Karun (Korah), Hz. Musa’nın kavmindendi. Bu, Tevrat ve Kur’an’ın beyanıyla sabittir. Çoğunluğun görüşüne göre Hz. Musa’nın amcası oğludur. Karun onun döneminde yaşamıştır. Dillere destan hazinelerine rağmen son derece cimri olması ve bu zenginliğinin kendisine fayda değil, felakete sürüklemesi nedeniyle atasözleri, deyimler ve türkülere konu olmuştur. Firavun ve Haman gibi o da Hz. Musa’yı yalanlamış ve ona iman etmemiştir. Oysa İsrailoğullarındandı. Musa Peygambere iman edip onu desteklemesi gerekirdi. Fakat o, ekonomik gücüyle tarihin tanık olduğu en zalim krallardan biri olan Firavunun zulmüne destek olmuştur. Hatta Firavun tarafından israiloğullarından sorumlu kılındığı ve onun da Firavun adına onlara zulmettiği söylenmiştir. Karun, bu koca hazineleri iktisat bilgisi ve tecrübesiyle elde ettiğini iddia ederek halkına karşı ululuk taslamış ve onları aşağılayarak psikolojik baskı yapmıştır. Hazinelerinin çokluğuyla alabildiğine şımarmıştır. Malını hayır ve iyilik yolunda değil, toplumun ifsadı için harcamıştır. Kendisini uyarıp öğütte bulunan âlimlere karşı gurura kapılıp daha da küstahlaşmıştır. Nihayetinde bu azgınlık ve söz dinlemezliği sebebiyle ailesi, sarayı ve bütün hazineleriyle beraber yerin dibine geçmiştir. Ne hazinelerinin çokluğu ve ne de Hz. Musa’ya akraba oluşu onu kurtarabilmiştir. Bu haliyle Karun başta Mekkeli müşrikler olmak üzere tüm insanlık için ibret alınacak bir hikâye olmuştur. Kur’an’ın bu hikâyeyi anlatmasındaki esas gayesi de budur diye düşünmekteyiz.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
33

KURT, Fatih. "HİCRETİN SOSYO-KÜLTÜREL TEOLOJİSİ'NİN İTİKADİ ALANA YANSIMALARI." EKEV Akademi Dergisi, February 28, 2023. http://dx.doi.org/10.17753/sosekev.1216649.

Full text
Abstract:
İslam dinin doğuş ve başlangıç mekânı olan Mekke ile sistemleşme ve yaygınlaşma sahası olan Medine sürecinde dini inanç ve uygulamalarda birtakım gelişmeler gerçekleşmiştir. Burada temel faktör, her iki süreçte nazil olan Kur’an-ı Kerim ayetleri olmuştur. Ayetler doğrultusunda dinin inanç ilkeleri ve özellikle de uygulamaları arasında farklılıklar bulunmaktadır. Mekke’de inen ayetlerde daha çok inanç ilkeleri vurgulanırken, Medine sürecinde ise inancın özellikle diğer dinler ile ilişkisi bağlamında bir mukayese ve doğruyu belirleme, ameli konularda ise detaylandırma söz konusudur. Bu değişim sürecinde etkili olan bir başka faktör de kentlerin demografisini oluşturan toplumun dini ve inançsal yönü olmuştur. Öncelikle muhatap kitleye yönelik olan Kur’an ayetleri, Medine sürecinde Müslümanlığı oluşturan inanç ilkeleri üzerinde durmuştur. Bu durum Mekke süreci için ağırlıklı olarak İslam dininin temel itikadi yapısının oluşmasına yöneliktir. Hz. Peygamberin Medine’ye hicreti sonrası onun Allah’ın elçiliğini kabul eden bir kitle ile muhatap olmuştur. Mekke dönemindeki peygamber karşıtlığı, burada pek belirgin değildir. Mekke döneminde ona karşı çıkanların ezici çoğunluğu Müşrikler iken, Medine sürecinde bu durum Yahudi ve Hristiyanlar olarak şekillenmiştir. Buna göre Hz. Peygamberin hicretiyle başlayan süreç, aynı zamanda İslam dininin itikadi ve ameli boyutunu da şekillendirmiştir. Bu şekillenmede Mekke ve Medine halkının teolojik yapısı önemli bir rol oynamıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
34

GÜZEŞ, Raziye Gül, and Ali DADAN. "Bedir Esirlerinin Serbest Bırakılması ve Bedir Savaşı Sonrası İslam’a Karşı Tutumları." Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, October 24, 2023. http://dx.doi.org/10.35415/sirnakifd.1349733.

Full text
Abstract:
Risalet dönemine damga vuran olaylardan biri olan Bedir Savaşı, Müslümanların galibiyetiyle sonuçlanmış, Müslümanların güç kazanması açısından önemli bir fonksiyon üstlenmiştir. Bedir Savaşı’nda Müslümanlar karşısında büyük bir hezimete uğrayan Mekkeli müşrikler, lider kadrosunun neredeyse tamamını kaybetmiştir. Genel kabul gören rivayetlere göre; müşrikler Bedir’de yetmiş ölü yetmiş esir vermişlerdir. Kaynaklarda esir sayısı yetmiş, yetmiş dört, yetmişten fazla olarak geçmektedir. Yetmiş sayısı kesretten kinaye olarak kullanılabileceği gibi, mevcut esir sayısının yuvarlanarak yaklaşık bir rakamla ifade edilmesi de söz konusu olabilir. Kaynaklarda verilen esir listeleri bir arada değerlendirildiğinde ve listelerde yer almasa da rivayetlerden hareketle esir olduğu anlaşılan kimseler de eklendiğinde, esir alınan yetmiş bir kişiye ulaşılmıştır. Bedir Savaşı’nda alınan esirlerin sonraki dönem olaylarında olumlu/olumsuz etkin roller üstlendikleri görülmektedir. Bu bağlamda Bedir esirlerinin incelenmesi, Bedir sonrası gelişmelerin anlaşılmasını kolaylaştırması açısından da önem arz etmektedir. Araştırmamızda, esirlerin iki taraf arasındaki ilişkilerde nasıl rol aldıkları incelenerek İslam’a ve Müslümanlara yönelik sergiledikleri tutumun ortaya konması amaçlanmıştır. Gösterilen tutumda zamanla değişmeler de olmuştur. Çalışmamızda, İslam’ın ilk dönemlerinde olumsuz tavır sergileyen bazı esirlerin ilerleyen yıllarda tutumlarının değişmesinin nedenleri tespit edilmeye çalışılmış, İslam ve Müslümanlar karşısında saf tutan bu esirlerin İslam’a hizmette bulunup bulunmadıkları araştırılmıştır. Bedir Gazvesi ile ilgili pek çok araştırma olmakla birlikte, esirlerin durumunun ayrıntılı bir şekilde incelendiği ve haklarındaki bilgilerin derlendiği bir çalışmaya rastlanmamıştır. Yapılan bu araştırmanın, esirlerin üstlendiği fonksiyon bağlamında, Bedir Savaşı’ndan sonraki gelişmelerin anlaşılmasına katkı sağlaması umulmaktadır. Araştırmada esirler hakkında alınan karara değinilmiş, esirlerin serbest bırakılma durumlarından bahsedilmiş, serbest kalan esirlerin Bedir Savaşı’ndan sonra gösterdikleri tutum ve davranışları incelenmiştir. Müslüman olma durum ve zamanları dikkate alınarak, gösterdikleri tutumları ihtiva eden başlıklar açılmış ve hakkında bilgiye ulaştığımız her bir esire, ilgili başlık altında yer verilmiştir. Fidye hükmünden hariç tutularak, İslâm’a ve Müslümanlara yönelik haddi aşan düşmanlıkları ve fiilî eziyetleri nedeniyle ölümle cezalandırılan iki kişi haricinde esirlerin fidye ile serbest bırakılmalarına karar verilmiştir, fidye miktarları kişilerin mali imkânlarına göre farklılık göstermiştir. Ayrıca, verilen söz/teminat karşılığında serbest bırakılanlar olduğu gibi, fidye bedeli alınmadan serbest kalan esirler de olmuştur. Esirlerden birinin Kureyş’in esir aldığı bir Müslüman’la mübadele edilmek suretiyle serbest bırakıldığı görülmektedir. Okuma yazma öğretmeleri karşılığında esaretten kurtulan esirlerin isimlerine ulaşılamasa da, fidye imkânı olmayanlar için böyle bir seçenek ortaya konduğu bilinmektedir. Serbest kalan esirlerden, İslam aleyhine faaliyetlerde bulunarak şirk üzere ölenler olduğu gibi, Müslüman olarak İslam’a hizmet yolunda gayret sarf edenler de vardır. Esirlerin birçoğunun tutumunun ise Mekke’nin fethinden sonra müspet yönde değiştiği anlaşılmaktadır. Esirlerden dokuz kişinin şirk üzere öldüğü bilinmektedir. Yirmi dört kişi, farklı zamanlarda İslâm’ı kabul etmiştir. Bu rakam, esirlerin üçte birini oluşturmaktadır. Bu esirlerden dört kişi, esaretten kurtulmalarının akabinde İslâm’ı kabul etmişlerdir. Müslüman oldukları bilinen esirlerin yarısı, yani on iki kişi tulekâ grubundan, Mekke fethi ve sonrasında Müslüman olanlardandır. Diğer otuz sekiz esirin Müslüman olup olmadıklarına dair bir bilgiye ulaşılamamıştır; bu kişilerin genelini halîfler, mevlâlar ve toplumda önemli mevkisi olmayan kimseler oluşturduğundan dolayı, Bedir esirleri arasında isimlerinin geçmesi dışında pek çoğu hakkında bilgi bulunamamıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
35

Kuray, Ahmet. "Kabile Rekabeti Bağlamında Bir Savaş Sahnesinin İncelenmesi: Bedir’de Mübâreze." Artuklu Akademi, June 17, 2024. http://dx.doi.org/10.34247/artukluakademi.1468644.

Full text
Abstract:
Bu çalışma, Bedir Savaşı’nın unutulmaz anlarından mübâreze sahnesini konu edinmektedir. Müslümanlarla müşriklerin karşı karşıya geldiği mübâreze sahnesi, İslâm tarihinin ana temalarından Hâşim-Abdüşems rekabetini sembolize etmesi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Araştırmamızın amacı, mübârizlerin kabile mensubiyetleri ile Mekke’nin iç siyaseti arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır. Bu bağlamda yapılan çalışmada mübârizlerin tamamının daha önce aralarında husumet bulunan Abdümenâf’ın alt boylarına mensup oldukları tespit edilmiştir. Müslümanları temsil eden Hz. Ali ve Hz. Hamza, Benî Hâşim’den, Ubeyde b. Hâris ise Benî Mutallib’tendir. Müşrikleri temsil eden Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa ve Velîd b. Utbe de Abdüşems kabilesine mensupturlar. Söz konusu kabilelerden Hâşimoğulları ve Abdüşemsoğulları arasında geçmişten gelen bir rekabet vardı. Mübâreze sahnesi ve devamında savaşın kazanılması, iki kabile arasındaki krizi derinleştirmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
36

Nas, Hasan. "Türkçe Kur’an Meallerinde İhmal Edilen Tevhit Vurgusu: Furkân 25/77 Âyeti Örneği." Rize İlahiyat Dergisi, April 7, 2024. http://dx.doi.org/10.32950/rid.1402296.

Full text
Abstract:
Allah Teâlâ’nın insanları esenliğe ulaştıracak mesajlarını doğru anlayabilmek için, Kur’an’ın ilk muhataplarının sahip oldukları zihniyeti dikkate almak zorunludur. Çünkü ilahî mesaj evvelemirde muhatap kitlenin lisanı üzere ve onların kültür ve zihin kodlarını dikkate alarak nazil olmuştur. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’in Allah’ın muradına uygun olarak anlaşılabilmesi için, dil tahlilleri ve sözlük bilgisiyle birlikte Mekke toplum kültürünün de göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Bilindiği gibi Câhiliye Arapları Allah mefhumundan habersiz kimseler değillerdi. Nitekim ilahî kelamın ilk nazil olan surelerinden itibaren onun Allah’ı bilen ve O’na inanan bir topluma hitap ettiği anlaşılmaktadır. Ancak Mekke müşrikleri Allah’ı en yüce tanrı olarak benimsemekle birlikte O’nun yanı sıra bir takım tanrılar da edinmişlerdi ve onlara da Allah’a ibadet ettikleri gibi tazimde bulunuyorlardı. Bu minvalde Mekke toplumunun günlük yaşamı adeta putların etrafında dönüyordu ve şirk zihniyeti toplumun bünyesini tamamen sarmıştı. Müşrikler, ilah edindikleri putlarına tazimde bulunmalarının yanı sıra bu putların onları kötülük ve felaketlerden koruduğuna, ihtiyaç duydukları şeylerin onlar sayesinde elde edildiğine inanıyorlardı. Anlaşıldığına göre Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinin tanrı tasavvuru, en üst kademede Allah adında yüce bir tanrının bulunduğu bir “tanrılar sistemi”ne benzemektedir. Vahyin nazil olmaya başladığı vasattaki bu özel duruma mukabil Kur’an, şirk müptelası olan Mekkelileri tevhit zihniyetine ulaştırmayı hedeflemiş ve şirkle amansız bir mücadele başlatmıştır. Bu münasebetle özellikle Mekke döneminde nazil olan âyetleri bu konteksti göz önünde bulundurarak anlamaya çalışmak gerekir. Aksi halde Furkân sûresi 77. âyette olduğu gibi tevhit çağrısı dikkatlerden kaçacak ve Kur’an’ın vermek istediği mesaj hedefine ulaşmayacaktır. Nitekim toplumumuzda hutbe, vaaz ve dinî sohbetlerde dua söz konusu olduğunda, araştırılarak ulaşılmış bir sonuç olmaktan ziyade, ezbere dayalı olarak hemen bu âyet-i kerime akla gelmektedir. Hâlbuki âyet, kanaatimizce farklı bir mesaj vermekte ve bir bütün olarak ilgili muhatabına çağrısını iletmektedir. Ayrıca dil ve gramer bakımından da âyetin yapısı bu âyette yer alan iki cümleyi farklı kişileri muhatap alan iki ayrı cümle şeklinde okumaya müsait değildir. İlgili âyet, metin içi ve metin dışı bağlamları dikkate alınarak ve kendi içinde bir bütünlük oluşturacak şekilde değerlendirildiğinde, âyetin öncelikle ve özellikle Mekke müşriklerini ikaz edici mahiyette olduğunu söylemek isabetli olacaktır. Böylece, Allah ile birlikte putları da ilah edinen ve onlara da tazimde bulunan kimselerin O’nun katında hiçbir kıymetlerinin olmayacağı bildirilmiş olmaktadır. Furkân 25/77 âyetinin içerdiği bu açık mesajın, gerek ilk Kur’an sözlüklerinde gerekse klasik tefsirlerde karşılık bulduğu ve bu eserlerde âyetteki Allah’ın vahdaniyetine yönelik vurgunun ifade edildiği görülmektedir. Ancak ülkemizde tedavülde bulunan belli başlı Türkçe Kur’an meallerine bakıldığında, âyetin bağlamının dikkate alınmamasına bağlı olarak âyetteki tevhit vurgusunun ihmal edildiği anlaşılmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
37

Yusuf, Çelik. "FURKAN SURESİ'NİN 44. AYETİ ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER." June 30, 2004. https://doi.org/10.5281/zenodo.3377548.

Full text
Abstract:
Makalemizde önce, Furkan suresinin genel yapısına dair bilgi vermeyi uygun gördük. Daha sonra, tercih ettiğimiz müfessirlerin ayet hakkında yaptıkları yorumları verdik. Müfessirlerin ayetteki bazı noktalara ortak vurgu yaptıklarını gördük. Bununla beraber bir müfessirin gözden kaçırdığını diger müfessirin yakaladığını müşahede ettik. Özellikle Fahreddin Razî’nin ayette müşriklerin, hayvanlardan asağı mertebeye yerleştirilmesinin nedenleri üzerinde ayrıntılı durduğunu fark ettik.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
38

TATAR, Veli, and Ramazan ÖZMEN. "PEYGAMBER KISSALARININ AKTARIMINDA SAHÎHU’L-BUHÂRÎ’NİN ÖZGÜNLÜĞÜ (KİTÂBU’L-ENBİYÂ ÖZELİNDE)." Van İlahiyat Dergisi, May 21, 2023. http://dx.doi.org/10.54893/vanid.1261786.

Full text
Abstract:
Temel hadis, tefsir ve tarih kaynaklarında Peygamber kıssaları ile ilgili çok sayıda rivâyet mevcuttur. Kur’an-ı Kerim’in yanı sıra peygamber kıssaları ile ilgili birtakım bilgiler Tevrat ve İncil’de de yer almaktadır. Peygamber kıssaları İslam gelmeden önce de Yahudi ve Hristiyanlarca bilinmekte idi. Hatta cahiliye dönemi Arapları da kıssalar hakkında kısmen bazı bilgilere sahip olmuşlardı. Peygamber kıssaları ile ilgili vahiy indiğinde ise müşrikler bundan son derece rahatsız olmuş ve bu kıssalar için “esâtîru’l-evvelîn” nitelemesinde bulunmuşlardı. Peygamber kıssaları ile ilgili Kur’an-ı Kerim’deki ayetler dışında gerek hadis kaynaklarındaki hadisler olsun gerekse de tarih kaynaklarında birçok rivayet bulunmaktadır. Bunlar arasında sahih olanlar olduğu gibi zayıf ve İsrailiyyât türünden rivâyetler de vardır. Kısasu’l-Enbiyâ eserlerini telif eden müelliflerin temel kaynaklarda yer alan hadislerden ne şekilde etkilendikleri ve bu rivâyetleri eserlerine alıp almadıkları hususu önem arz etmektedir. Dolayısıyla bu çalışmamızda en önemli hadis eserlerinden olan ve Kur’an’dan sonra en güvenilir kitap kabul edilen Sahîhu’l-Buhârî’nin “Kitâbu’l-Enbiyâ” bölümündeki peygamber kıssaları ile ilgili bazı hadisler incelenmeye çalışılmıştır. Özellikle Kısasu’l-Enbiyâ eserlerini telif eden müelliflerin Sahîhu’l-Buhârî’de geçtiği halde eserlerine almadıkları bazı rivâyetler ele alınmıştır. Aslında konu ile alakalı Sahîhu’l-Buhârî’de çok sayıda hadis mevcuttur. Ancak bu çalışmada özellikle tarih, tefsir ve Kısasu’l-Enbiyâ müelliflerinin değinmediği altı rivâyete yer verilmiştir. Mezkûr rivâyetlere değinirken konunun amacının dışına çıkmamak ve çalışmanın sınırlarını aşmamak için hadislerin herhangi bir tahkiki yapılmamıştır. Bu rivâyetlerin Kısasu’l-Enbiyâ literatüründe referans olmamalarının sebepleri üzerinde durulmuştur. Böylece Kısasu’l-Enbiyâ eserlerinde geçmeyip Sahîhu’l-Buhârî’nin Kitâbu’l-Enbiyâ bölümünde geçen bu rivâyetlere değinilerek Peygamber kıssaları için kaynaklık değeri tespit edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca Kısasu’l-Enbiyâ ile ilgili müstakil bölümlere yer veren hadis alimlerinin az olması konusunda Sahîhu’l-Buhârî’nin özgünlüğü tespit edilmeye çalışılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
39

Büyükarslan, Bürhan Mustafa. "Algı ve Kitle Yönetim Aracı Örneği Olarak Hz. Muhammed (s.a.v.) Dönemi Şiir Anlayışı." Çekmece Sosyal Bilimler Dergisi, October 7, 2024. https://doi.org/10.55483/cekmece.1552413.

Full text
Abstract:
Arap toplumunda şiir, kültürel bir aktarım aracı olarak merkezî bir role sahip olmuştur. Şairler, şiir yoluyla sadece estetik kaygılarla değil, aynı zamanda toplumsal normları, değerleri ve gelenekleri aktararak kültürel hafızaya katkıda bulunmuşlardır. Şiir, kabileler arasında üstünlük yarışlarının bir aracı olarak kullanılmış ve siyasî güç üzerinde etkili olmuştur. Bu bağlamda, şiirin günümüz sosyal medya platformlarına benzer işlevler gördüğü, toplumsal algıları şekillendirerek kitleleri etkilediği ve yönlendirdiği söylenebilir. Çalışmanın amacı, Hz. Muhammed döneminde Müslümanların ve müşriklerin, kişileri ve kitleleri yönlendirmek gayesiyle şiiri, algı ve kitle yönetim aracı olarak kullanma faaliyetlerini incelemektir. Çalışma nitel araştırma tekniklerinden doküman inceleme yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Medine’de İslâm Devleti kurulduğunda, Ka’b b. Eşref, Medine İslâm Devleti’ne karşı ordu toplamak için Mekke’ye gitmiş ve şiirleri ile müşrikleri örgütlemeye çalışmıştır. Bu örgütlenme faaliyetleri esnasında misafir olarak birtakım kişilerin evlerinde kalmıştır. Hassân b. Sâbit ise Ka’b’ı misafir eden her ev sahibi için hiciv içeren bir şiir yazmıştır. En sonunda Ka’b, Medine’ye geri dönmek zorunda kalmış ve mümin kadınları taciz içeren şiirler yazması, mevcut meşru otoriteyi yıkmak için iç isyan teşviki ve dış destek arama faaliyetleri nedeni ile cezalandırılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
40

KALAÇ, Habip. "Müşriklerin Ulu’l-Azm Peygamberlerden İstedikleri Talepler." Universal Journal of Theology, January 2, 2023. http://dx.doi.org/10.56108/ujte.1190769.

Full text
Abstract:
İnsanlığın atası aynı zamanda ilk peygamber olmuştur. Hz. Âdem ile başlayan süreç Hz. Muhammed ile son bulmuş olup ilahi emrin insanlara ulaştırılması ve anlam bulması peygamberler vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Bununla beraber tebyin ve tebliğ şeklinde iki önemli görevi üstlenen peygamberler, zaman dilimi içerisinde, görevlerini ifa etme noktasında bir takım sıkıntılara maruz kalmışlardır. Bu makalede ulu’l-azm olan peygamberlerin görevlerini yerine getirirken takip ettikleri yöntemleri ortaya konulup, karşı çıkan insanların böyle bir tutum ve reaksiyon sergilemelerinin altında yatan ana etkenlerin neler olduğu, ortaya konulmaya çalışılacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
41

DEMİR, Mehmet. "MÜMTEHİNE SÛRESİNİN MUHTEVASI VE 5. ÂYETİ BAĞLAMINDA MÜ’MİNLERİN İNKÂRCILAR İÇİN FİTNE OLMASI MESELESİ." Harran Theology Journal, December 13, 2022. http://dx.doi.org/10.30623/hij.1173223.

Full text
Abstract:
Mümtehine sûresinde, Yüce Allah’a ve mü’minlere karşı düşmanlıklarını söylemleri ve eylemleriyle açıkça gösterenlere, Müslümanların ya da mü’minlerin takınmaları gereken davranışlar, yapmaları icap eden işler hakkında ehemmiyeti haiz birtakım bilgiler verilmektedir. Sûrede, Allah’a ve mü’minlere, başka bir ifadeyle İslâm dinine karşı oldukları için, Müslümanların veya mü’minlerin, bu düşmanlarla dostluk tesis edemeyecekleri ve onlarla beraber kurulacak ilişkilerde dikkatli olmaları gerektiği hususu bariz bir şekilde dile getirilmektedir. Bununla birlikte sözleri ve eylemleri ile Müslümanlara yahut mü’minlere yönelik düşmanlık yapmayan, onlara karşı kötü hal sergilemeyen gayri Müslimlerle iyi ilişkilerde bulunmaya herhangi bir mani olmadığı ifade edilmektedir. Ayrıca sûrede, tevhid mücadelesini en iyi şekilde ortaya koyan bütün peygamberler arasında müstesna bir yere sahip olan Hz. İbrahim’in ve ona tabi olanların, mü’minlere hatta inanmış tüm insanlara iyi bir örneklik teşkil ettiği beyan edilmektedir. Bunun yanı sıra Müslümanlarla veyahut mü’minlerle Mekkeli müşrikler, putperestler arasında akdedilen Hudeybiye Barış Antlaşması akabinde vuku bulan bazı olaylar nedeniyle inkârcılardan yahut Mekkeli müşriklerden, putperestlerden kaçıp Müslümanların, mü’minlerin karargâh kıldığı Medine’ye gelen hicret eden kadınların imtihan edilmesinden bahsedilmektedir. Hicret eden mü’min kadınların hukukunun muhafazası ile ilgili hükümlere, kaidelere ve kadının toplumdaki konumuna, statüsüne ve onlarla yapılan biate de yer verilmektedir. Bu biate göre, Mekke’den Medine’ye hicret eden bu mü’min kadınlar, Yüce Allah’a şirk koşmayacaklar, hırsızlık yapmayacaklar, zina etmeyecekler, çocuklarını öldürmeyecekler, iftira atmayacaklar ve Hz. Peygamber’e karşı gelmeyeceklerdir. Sûrede Yüce Allah mü’minlere, inanmamaları, hakkı kabul edip ona boyun eğmemeleri sebebiyle Yüce Allah’ın kendilerine gazap ettiği kimseleri; kabirlerde bulunan inkârcıların ümitlerini kestikleri gibi tamamen ahiretten ümitlerini kesmiş olan bir toplumu dost edinmelerini yasakladığı görülmektedir. Bilhassa sûrenin 5. âyetinde, mü’minlerin Yüce Allah’tan inkârcılara hatta bütün insanlara bir fitne, bir imtihan konusu olmamaları hususunda istekte bulunmalarına vurgu yapılmaktadır. Böylece söz konusu olan bu âyetin sûredeki diğer âyetlerle, o âyetlerin içeriğiyle doğrudan ilişkili olduğu görülmektedir. Bu bağlamda Mümtehine sûresinin 5. âyeti, müstakil bir dua âyeti olarak ele alınabildiği; Müslümanların, mü’minlerin Yüce Allah’tan istekte bulunmaları talep edilen bir emir şeklinde telakki edilebildiği, dolayısıyla bu âyetin tazammun ettiği emir telakki edilen dua itibarıyla sûrenin diğer âyetlerinin içeriğiyle yakından çok ilgili olduğu tespit edilmektedir. 
 Makalede, girişte önce, Mümtehine sûresinin ihtiva ettiği konular hakkında genel bilgi vermeye çalışılmıştır. Sonra, ilgili sûrenin her âyeti emir ve nehiyler bağlamında tazammun ettiği hususlarla birlikte ele alınarak açıklamaya gayret edilmiştir. Daha sonra ise, “5. Âyet Bağlamında Mü’minlerin İnkârcılar İçin Fitne Meselesi” başlığı altında sûrenin her âyeti ayrı ayrı izah edilerek sûrenin 5. âyeti ile irtibatı üzerinde durma gayreti sarf edilmiştir. Başka bir ifadeyle sûrenin öbür âyetlerinin sûrenin 5. âyeti ile ya da sûrenin 5. âyetinin sûrenin diğer âyetleri ile bağlantısı ortaya koyma azmi gösterilmiştir. Bilahare Müslümanların yahut mü’minlerin sûrenin 5. âyetinin sûrenin öteki âyetlerinde bulunan emir ve yasaklar çerçevesinde hareket etmelerinin önemi, elden geldiğince, ifade etmeye gayret edilmiştir. Neticede Müslümanların, mü’minlerin Kur’ân’da yer alan diğer emir ve yasaklarda olduğu gibi Mümtehine sûresinde yer alan emir ve yasaklara uymalarının zorunluluğu söz konusu edilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
42

ÖZDAŞ, Haşim. "Tevbe Sûresi 5. Âyeti Bağlamında Müşriklerle İlişkiler." Bitlis Eren Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, September 18, 2020. http://dx.doi.org/10.47130/bitlissos.769665.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
43

Şaşa, Mehmet. "Mekkeli Müşriklerin İlah-Allah Tasavvuru ve Şirkleri." Dicle İlahiyat Dergisi, December 20, 2024. https://doi.org/10.58852/dicd.1580782.

Full text
Abstract:
Mekkeli müşriklerin ilah tasavvuru, Kur’an’da en az Ehl-i Kitab’ın ilah anlayışı kadar gündeme getirilmiş ve eleştirilmiştir. Nitekim Kur’an’ın öğretilerinden onların, onları yaratan, güneş ve ayı emrinde bulunduran, yeri ve gökleri halk eden, gökten yağmur indiren, arşın ve göklerin sahibi olan, öldüren ve hayat veren, yeryüzünü ölümünden sonra tekrar yeşerten ve dirilten, yerden ve gökten rızık veren, işitmek için kulak ve görmek için göz veren, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkaran, her şeyi idare eden zat olduğuna inandıkları ve bunu ikrar ettikleri anlaşılmaktadır. Ancak bu inançlarına rağmen birçok ayette onların şirke düştükleri zikredilmekte ve müşrik olarak nitelendirildikleri açıkça görülmektedir. Dolayısıyla onların yüce bir ilaha inandıklarını iddia ettikleri halde nasıl şirke düştükleri, niye müşrik olarak nitelendirildikleri, hangi yönlerden şirke düştükleri ve şirke düşme sebepleri merak konusudur. Bu çalışmada bu soruların cevapları aranmış ve bu doğrultuda yapılan tespitler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda evvela şirk kavramı incelenmiştir. Akabinde Kur’an’ın, dönemin Mekkeli müşriklerinin Allah’a dair inançları ve tasavvurları ele alındıktan sonda yapılan araştırmalar neticesinde ulaşılan verilere dayanarak onların şirke düştükleri noktalar ve şirke düşme nedenleri tespit edilmiştir. Böylece bu alanın kapalı kalmış yönlerini nebzeten de olsa vuzuha kavuşturmak amaçlanmıştır. Araştırmada genel olarak veri toplama ve doküman analiz etme yöntemi kullanılmıştır. Çalışmada konuyla ilgili nassların yanı sıra doğrudan ilişkili klasik ve güncel çalışmalar temel başvuru kaynağı kabul edilmiştir. Ayrıca ana temayla dolaylı olarak ilgili olan klasik ve çağdaş çalışmalardan da olabildiğince istifade edilmiştir. Sonuç olarak özellikle kendilerince bazı gerekçelere bina ederek ibadet yapma, dua etme, yardım isteme ve hüküm koyma olmak üzere dört noktada şirke düştükleri tespit edilmiş ve buna dair birtakım değerlendirmelerde bulunulmuştur.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
44

Bahar, Murat. "Süleyman b. Tarhân’ın Sîret’inde Vahyin Başlangıcı ve İlk Nâzil Olan Sûreler." Hitit İlahiyat Dergisi, November 11, 2024. https://doi.org/10.14395/hid.1525735.

Full text
Abstract:
Tâbiûn neslinden olan Süleyman b. Tarhân et-Teymî el-Basrî (ö. 143/761) hadis hafızı ve sika bir râvi olarak bilinmektedir. Yahyâ b. Saîd (ö. 198/813), Yahyâ b. Ma‘în (ö. 233/848), ‘İclî (ö. 261/875) gibi muhaddisler rivayetlerinin sahih olduğunu söylemektedir. Buhârî (ö. 256/870), Müslim (ö. 261/875) ve Tirmizî (ö. 279/892) başta olmak üzere muhaddislerin itimat ettiği rivayetlerinin Kütüb-i Sitte dahil birçok hadis kaynağında yer aldığı görülmektedir. Diğer yandan İbn Tarhân’ın telif ettiği Kitâbu Sîreti Resûlillah isimli eser siyer-megâzî alanında yazılan ilk tam eser olarak kabul edilmektedir. Eserde Resûlullah’ın bi‘setinden vefatına kadar birçok konu anlatılmakta, özellikle gazveler hayli yekûn tutmaktadır. İbn Tarhân’ın sika bir râvi olarak itimat kazanması ve Sîret’inin telif edilen ilk siyer eseri olması ihtiva ettiği bilgileri tefsir ilmi için de değerli kılmaktadır. Zira eserde konular muvacehesinde âyetlere, sebeb-i nüzûl bilgilerine ve Kur’ân tarihi meselelerine temas edilmektedir. Ayrıca Sîret’in ikinci başlığı “Meb‘asü Resûlillah” şeklinde kaydedilmekte, bu bölümde vahyin başlangıcıyla ilgili meseleler ve ilk nâzil olan sûreler yer almaktadır. Şu kadar var ki nüzûl dönemiyle ilgili bilgiler rivayetlerle taşındığından gerek hadis ve tefsir gerekse diğer ilimlerle ilgili nakillerde isnad ve kaynak aranmaktadır. İbn Tarhân ise Sîret’indeki bilgileri tahkiye usulüyle aktarmaktadır. Muhaddis olmasına rağmen hadis tahammül ve edâ yollarına riâyet etmemektedir. Eserindeki hemen bütün bilgileri isnadsız ve kaynaksız nakleden müellif vahyin başlangıcıyla ilgili tespitlerinin hemen öncesinde “bize ulaştığına göre” şeklinde irsâlde bulunarak rivayet usulü açısından töhmete yol açacak kayıtlar düşmektedir. Kendisinin hadis hafızı olması ve sika bir muhaddis olarak tanınması göz önünde bulundurulduğunda söz konusu isnadları/kaynakları bilmemesi, dikkate almaması veya mesnedsiz bilgiler nakletmesi düşünülememektedir. Bu itibarla çalışmada Kitâbu Sîreti Resûlillâh isimli eserin “Meb‘asü Resûlillah” başlığında yer alan tefsir ilmiyle doğrudan ilişkili bilgiler konu edilmektedir. Bilgilerin kaynağı ve başka kimler tarafından nakledildiği araştırılmaktadır. Böylece İbn Tarhân’ın anlatılarının sıhhatine ve kaynağına ulaşmayı amaçlayan bu çalışma tefsir-siyer ilişkisine katkıda bulunmayı ve tefsir ilminin meselelerine yeni bakış açıları sunmayı hedeflemektedir. Çalışmada tarihsel verilerin mukayeseli analizi yöntemi uygulanarak anlatıların kaynağına ulaşılması amaçlanmaktadır. Ayrıca verilerin analitik değerlendirmesi yapılarak muhtevaları ve etki alanları tespit edilmektedir. Yapılan araştırma ve değerlendirmeler doğrultusunda konular kendi bağlamlarında değerlendirilmektedir. Öyle ki İbn Tarhân, Cebrâîl’in ‘Alak sûresinin ilk beş âyetini indirdiği sırada inci ve yakut süslemeli ipek bir kilim ile geldiğinden bahsetmektedir. Bu bilginin İbn Abbas ve Hz. Âişe tarafından nakledildiği anlaşılmaktadır. İbn Abbas’tan nakledilen rivayetin zayıf isnada, Hz. Âişe’den nakledilen rivayetin ise sağlam senede sahip olduğu görülmektedir. İbn Tarhân Kalem sûresinin ilk altı âyetinin fetretü’l-vahy döneminden önce indirildiğine işaret etmektedir. Sûrelerin nüzûl sıralamasına yer veren hemen bütün rivayetler ve kaynaklar bu bilgiyi desteklemektedir. Ayrıca Kalem sûresinin ilk dört âyetinin Varaka b. Nevfel hakkında diğer ikisinin ise müşrikler hakkında nâzil olduğunu belirtmektedir. Kaynaklarda ise spesifik olarak bu veriye ulaşılamamaktadır. Fakat bu bilgiye muhalefet edilmediği, bilakis Kalem sûresinin nüzûlüyle ilgili rivayetlerin bahsedilen bilgiyi desteklediği görülmektedir. Sahâbe nesline isnad edildiği görülen bu anlatıların yanı sıra az da olsa kaynağına ulaşılamayan bilgiler de söz konusudur. İbn Tarhân’ın İnşirah sûresinin sebeb-i nüzûlüne yönelik anlatıları ve sûrenin fetretten hemen sonra Duhâ sûresiyle beraber indirildiğine dair ifadeleri kaynağına ulaşılamayan bilgilerdendir. Dolayısıyla bazı bilgilerin en erken kaynağı, bazılarının ise şimdilik yegâne kaynağı olan İbn Tarhân ve Sîret’i hem tefsir-siyer ilişkisini ortaya koymakta hem de tefsir ilmine yadsınamayacak oranda katkıda bulunmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
45

SOYCAN, Mustafa. "Adem APAK-Adnan DEMİRCAN, Hz. Peygamber Döneminde Müşriklerle İlişkiler." Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, February 13, 2023. http://dx.doi.org/10.51702/esoguifd.1210755.

Full text
Abstract:
Hz. Peygamber’in hayatı, mücadelesi, ahlaki özellikleri, siyasi ve askerî faaliyetleri ve teşrideki yeri hakkında başlangıçtan günümüze kadar birçok çalışma yapılmıştır. Bu çalışmaların bir kısmı Kur’an’ın tanıttığı örnek peygamber anlayışıyla uyumlu bir şekilde, bir kısmı da mezhepsel ve ideolojik kaygılarla kaleme alınmıştır. Özellikle günümüzde Kur’an’ın temel ilke ve amaçlarıyla çelişen, ilmi hüviyetten yoksun, tarihsel gerçeklikle ilgisi olmayan peygamber tasavvurlarına sıkça rastlanmaktadır. Adem Apak ve Adnan Demircan, Müslümanların zihnin ve gönül dünyalarında sahih bir peygamber tasavvuru oluşturmak amacıyla daha önceki çalışmalarının devamı niteliğindeki Hz. Peygamber Döneminde Müşriklerle İlişkiler adlı eseri kaleme almışlardır. Çalışmamızda; Apak ve Demircan’ın birlikte kaleme aldıkları bu eser tanıtılmaya ve kritik edilmeye çalışılmıştır. Eserin amacı, üslubu, şekilsel özellikleri, hitap ettiği kitle, literatüre olan katkısı ve içeriği üzerinde değerlendirmeler yapılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
46

OĞUZAY, Fatih. "Hicretin Varış Noktası Kubâ." Amasya İlahiyat Dergisi, November 25, 2022. http://dx.doi.org/10.18498/amailad.1184991.

Full text
Abstract:
Hz. Peygamber’in yıllarca sarfettiği yoğun çabalara rağmen İslâm’ın Mekke’de daha fazla yayılması mümkün gözükmüyordu. Ayrıca müslümanların da bu şehirde can güvenlikleri kalmamıştı. Bu olumsuz şartlar altında Akabe mevkiinde görüştüğü Medineliler ise Resûlüllah’a inanmışlar hatta sonraki yıllarda Hz. Muhammed’i ve bütün Mekkeli müslümanları kendi şehirlerine davet etmişlerdi. Bu gelişmeler üzerine Medine, hicret yurdu olarak belirlendi ve müslümanlar gruplar halinde, gizlice hareket ederek Medine’ye göç ettiler. Nihayetinde Hz. Peygamber de yol arkadaşı Hz. Ebû Bekir ile zorlu bir hicretin ardından Medine’ye ulaştı. Böylece bütün müslümanlar Medine’de Hz. Peygamber’in liderliğinde bir araya gelmeye başladılar. İnananlara yeni ve güvenli bir yurt sağlayan hicret aynı zamanda İslâm’ın yayılması açısından önemli bir dönüm noktası oldu.
 Araştırma konusu olarak belirlenen Kubâ, muhacirlerin Medine’deki varış noktalarıydı. Hz. Peygamber’den önce Medine’ye hicret eden muhacirler ilk olarak Kubâ’ya varmışlar ve buradaki ikametleri esnasında bir de mescit inşa etmişlerdi. Hz. Peygamber de hicret edip Medine’ye yaklaştığında Kubâ’nın yolunu sormuş ve oraya yönelmişti. Ayrıca burada Külsûm b. Hidm’in evinde dört gün misafir olmuştu. Daha sonra buradan Medine merkezine hareket etmesi nedeniyle Kubâ’nın yol güzergahındaki bir durak olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Zira müşrikler tarafından takip edilen zorlu bir yolculuktan sonra Kubâ’ya vardıklarında Hz. Peygamber güvende hissetmiş ve yol arkadaşı Hz. Ebû Bekir’e artık kurtulduklarını ifade etmişti. Buna ek olarak burada günlerce kaldığını belirten rivayetler de Kubâ’nın varış notası olarak değerlendirildiğini göstermektedir. Aksi taktirde Hz. Peygamber’in Kubâ’da gözükmeden ve zaman kaybetmeden Medine merkezine inmesi beklenirdi. Ayrıca Kubâ’da hâkim olan Benî Amr b. Avf, Hz. Peygamber’i ve müslümanları şehirlerine davet eden Medineli kabilelerdendi. Nitekim kaynaklar da Hz. Peygamber’in Medine’de misafir olduğu ilk kimselerin Kubâ ahalisi olan Benî Amr b. Avf olduğunu ifade ederken Kubâ’nın varış noktası olduğuna işaret etmektedir. 
 Kubâ Medine merkezine yakınlığıyla bilinen, kuyuları ve verimli arazileriyle meşhur bir yerleşim yeriydi. Bu yakınlık nedeniyle Hz. Peygamber, Kubâ halkına cuma namazı için Mescid-i Nebevî’ye gelmelerini emretmişti. Hicretten sonra bütün şehir gibi burası da büyümeye başlamış ve nihayetinde Medine şehir merkeziyle birleşmişti. Kaynakların aktardığına göre bu yerleşim yeri adını burada ikamet eden bir yahudinin Kubâ ismindeki kuyusundan almıştı. Kuyu için kullanılan bu isim zamanla bütün yerleşim yerini ifade eder hale gelmişti. Rivayetlerden anlaşıldığı kadarıyla bütün Hicaz bölgesi gibi bu yerleşim yerini de ilk imar edenler Amâlika Arapları idi. Onlardan sonra çeşitli dönemlerde Medine ve çevresine yahudiler gelmişlerdi. Kubâ’da yahudilere ait çeşitli kuyuların yanı sıra muhkem ve gösterişli yapılar olan utumlar vardı. Bunlardan anlaşıldığı üzere yahudilerden bazıları Kubâ’ya yerleşmişlerdi. Hicretten önce Kubâ’ya hâkim olan son topluluk ise Yemen’den göçen Evs’in bir kolu olan Benî Amr b. Avf idi. Bununla birlikte onlardan önce Medine’de yahudilerle beraber yaşamakta olan bazı Arap kabilelerinin varlığından bahsedilmektedir. Bilhassa Kubâ’da yaşayan Üneyfoğulları buranın en eski sakinleri olmakla övünmekteydiler. Evs ve Hazrec kabileleri Medine’deki siyasi hakimiyeti ellerine geçirinceye kadar onlar Kubâ’da etkindiler. Bundan sonra ise Benî Amr b. Avf kabilesi Kubâ’ya hâkim olmuş ve Üneyfoğulları da onlara tabi olarak buradaki varlıklarını sürdürmüşlerdi. 
 Hicret günlerinde ise Kubâ, Medine’ye ulaşan muhacirlerin karşılanması ve bir müddet misafir edilmesi gibi önemli bir vazife üstlenmişti. Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekir’in yanı sıra pek çok muhacirin ilk varış noktaları burasıydı. Mekke’den hareket ettiği halde günler geçmesine rağmen kendisinden haber alınamayan Hz. Peygamber, Medineliler tarafından endişeyle beklenmiş ve nihayetinde gerçekleşen ilk karşılama anından sonra hep birlikte Kubâ’ya yönelmişlerdi. Hz. Peygamber burada Külsûm b. Hidm’in evinde misafir olmuştu.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
47

TELLİ, Hasan. "MÜŞRİKLERİN LİDERLERİNDEN UKBE B. EBÛ MU‘AYT VE HZ. PEYGAMBER’E KARŞI MÜCADELESİ." Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, November 25, 2021. http://dx.doi.org/10.17859/pauifd.974833.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
48

Muhammed, Hüsnü ÇİFTÇİ. "Devletlerarası Hukuk Bağlamında Hz. Peygamber'in Ehl-i Kitap ve Müşriklerle Münasebetleri." December 20, 2022. https://doi.org/10.5281/zenodo.7444219.

Full text
Abstract:
<strong>&Ouml;z</strong> Hz. Peygamber (s.a) gerek Mekke gerekse Medine d&ouml;neminde m&uuml;şriklerle yazılı veya s&ouml;zl&uuml; pek &ccedil;ok antlaşmanın tarafı olmuştur. Bunların ilki C&acirc;hiliye d&ouml;neminde Mekke&rsquo;de Hilf&uuml;&rsquo;l-Fud&ucirc;l teşkilatına &uuml;ye olması kabul edilirken Hz. Peygamber&rsquo;in taraf olduğu asıl mu&acirc;hedeler Medine&rsquo;ye hicretten sonra devlet başkanı stat&uuml;s&uuml;nde yazılı olarak yaptığı antlaşmalar şeklinde kendisini g&ouml;stermektedir. Hicretin birinci yılında Medine&rsquo;de yaşayan mevcut kabilelere y&ouml;nelik hazırlanan Medine Vesikası (Sahife), Medine İsl&acirc;m Devleti&rsquo;nin ilk temellerini atmıştır. Hicretin ikinci (623) yılı farklı aralıklarla Damre, Gıf&acirc;r ve C&uuml;heyne, M&uuml;dlic, Eslem; beşinci yılı (627) Gatafan, Abd b. Ad&icirc; ve Fez&acirc;re; altıncı yılı (628) Mekke m&uuml;şrikleriyle Hudeybiye; daha sonraki s&uuml;re&ccedil;te ise Huz&acirc;a ve Sak&icirc;f gibi m&uuml;şrik kabilelerle bazı antlaşmalar yapılmıştır. T&uuml;m bu antlaşmalarda Hz. Peygamber&rsquo;in takınmış olduğu tavır ve uygulamalar İslam Devletler Hukuku literat&uuml;r&uuml;ne kaynaklık teşkil etmiştir. Nitekim İmam Muhammed es-<em>Siyer&uuml;&#39;l-keb&icirc;r</em> adlı eserinde bunları sistematik olarak vermeye &ccedil;alışmıştır. Bu &ccedil;alışmada ayrıca İsl&acirc;m Devletler Hukuku&rsquo;nun ilk kaynaklarından sayılan es-<em>Siyer&uuml;&#39;l-keb&icirc;r </em>ile bu alanda batılıların &ouml;nc&uuml; kabul ettikleri Hugo Grotius&rsquo;un <em>Savaş ve Barış Hukuku</em> isimli eserlerini yer yer mukayese etme imk&acirc;nı bulduk. Bu bağlamda her iki hukukun temel prensipleri hususunda benzer veya farklı y&ouml;nlerini gerek İsl&acirc;m hukuku klasik kaynakları gerekse batılı kaynaklar &ccedil;er&ccedil;evesinde değerlendirmeye &ccedil;alıştık. <strong>Abstract</strong> The Holy Prophet (s.a) during both Mecca/Makkah and Medina, he was a party to many written or oral treaties with polytheists. The first of these is considered to be a member of the Organization of Hilfu&#39;l-Fudul in Mecca during the period of ignorance. The real treaties that the Holy Prophet was a party to showed themselves in the form of written agreements he made in the status of the head of state after the migration to Medina. The Medina Agreement, prepared for the existing tribes living in Medina in the first year of the hijra, laid the first foundations of the Islamic State of Medina. In the second (623) year of the Hijra, different styles of Damre, Gıfar and Juheyna, M&uuml;dlic, Eslem; the fifth year (627) Gatafan, Abd Adi and Fezare; in the sixth year (628), Hudaybiyah was made with the polytheists of Mecca; in the later period, some treaties were made with polytheists such as Huzaa and Sakif. In all these treaties, The attitudes and practices of the Holy Prophet constituted a source for the Islamic State Law literature. As a matter of fact, Imam Muhammad tried to give them systematically in her work called Siyar al-kabir. In this study, we also had the opportunity to compare es-Siyer&uuml;&#39;l-kebir, which is considered to be one of the first sources of Islamic International Law, and Hugo Grotius&#39;s War and Peace Law, which is considered a pioneer in this field by the westerners. In this context, we have tried to evaluate the similarities or differences in the basic principles of both laws within the framework of both classical sources of Islamic law and western sources.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
49

Yaşar, Mehmet. "Duhâ ve İnşirâh Sûrelerinde Hz. Peygamber’e Dönük Hitapların İzdüşümleri." İslam Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, March 19, 2024. http://dx.doi.org/10.20486/imad.1376095.

Full text
Abstract:
Mekkî dönem, Hz. Peygamber’in ve müminlerin en meşakkatli dönemini oluşturmaktadır. Zira İslamî davet, çok çeşitli zorluk ve iftiralarla karşılaşmıştır. Nâzil olan âyetler, müşriklerin tavırlarını eleştirerek, müminlerin karşılaştıkları zorluklara karşı destek olmuştur. Bu bağlamda başta Hz. Peygamber olmak üzere müminleri destekleyen ve müşriklerin iftiralarına cevap veren sûrelerin başında Duhâ ve İnşirâh sûreleri gelmektedir. Bu çalışma, Duhâ ve İnşirâh sûrelerinin, Mekkî dönemdeki izdüşümlerinin irdelenmesini hedeflemektedir. Konu bütünlüğü açısından sûrelere bakıldığında, her iki sûrenin, tek bir sûre gibi olduğu açıkça görülmektedir. Her iki sûrede de Hz. Peygamberin geçmişteki bazı vasıflarına vurgu yapılmakta ve onun yaşadığı sıkıntıların Allah’ın yardımıyla çözüleceğine işaret edilmektedir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’den geçmişte olduğu gibi gelecekte de Allah’a güvenmeye devam etmesi talep edilmekte ve tüm eylemlerinde onun rızası çerçevesinde hareket etmesi istenmektedir. Bu iki sûrenin tamamında İlâhî iradenin Hz. Peygamber üzerindeki etkisini canlı ve hissedilir bir şekilde ortaya konmaktadır. Bu bağlamda bu çalışma, siret-nüzûl ilişkisi göz önünde bulundurularak, bu sûrelerin Hz. Peygamber’in üzerindeki etkisinin yanı sıra Mekkî dönemdeki yansımalarını ortaya koymaktadır. Çalışmada sûrelerde zikri geçen dalâlet, vizr gibi bazı mücmel ifadelerin, zâhirî anlamdan hareketle Hz. Peygamber’in günah işlediği yahut risâlet öncesi dalâlet üzerine olduğu şeklindeki yorumların bütüncül olmadığı görülmüştür. Bunun yanı sıra, sûrelerde zikri geçen âhiret, rıza gibi ifadelerin sadece cennet bağlamında zikredilmesinin yeterli olmayacağı, Hz. Peygamber’in daveti üzerinde de olumlu yansımaları olduğu vurgulanmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
50

KAYA, Ali. "Kur’an’da Sa‘y Kavramının Semantik Analizi." Mizanü'l-Hak: İslami İlimler Dergisi, June 4, 2022. http://dx.doi.org/10.47502/mizan.1092404.

Full text
Abstract:
Kelimeler ve kavramlar, bulunduğu bağlama ve izafe edildiği varlığa göre farklı anlamlar ifade ettikleri gibi tarihi süreçte anlamca bazı değişimler geçirirler. Bu değişim, birçok Kur’an kelimesinin de yaşadığı bir durumdur. Farklı formlarıyla Kur’an’da otuz defa geçen sa‘y kavramı da öznesine ve bulunduğu siyaka bağlı olarak değişik manalarda kullanılmıştır. Câhiliye döneminin sosyal ve kabile hayatıyla ilgili olarak olumlu veya olumsuz muhtevayla zikredilen bu kavram, Kur’an bütünlüğünde iman/mümin, zikir ve âhiret kavramlarıyla ilişkilendirilerek olumlu (sâlih amel); fesâd, harâb ve helâk gibi kelimelerle birlikte münafıklara, Yahudilere ve müşriklere izafe edilerek olumsuz anlamda (‘amel-i seyyie) kullanılmıştır. Ayrıca birkaç âyette insan kelimesine nispet edilerek nötr olarak “mutlak amel” manasında geçmiştir. Bu çalışma, sa‘y kavramının anlam tarihine yoğunlaşmayı hedeflemektedir. Bu bağlamda öncelikle klasik lügatler yardımıyla sa‘yın temel/kök anlamı ve câhiliye şiirlerinden istifade edilerek nüzûl öncesine ait anlamları tespit edilmiştir. Akabinde bu kelimenin Kur’an bütünlüğünde ifade ettiği anlamlara değinilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
We offer discounts on all premium plans for authors whose works are included in thematic literature selections. Contact us to get a unique promo code!

To the bibliography