To see the other types of publications on this topic, follow the link: Nefis mertebeleri.

Journal articles on the topic 'Nefis mertebeleri'

Create a spot-on reference in APA, MLA, Chicago, Harvard, and other styles

Select a source type:

Consult the top 20 journal articles for your research on the topic 'Nefis mertebeleri.'

Next to every source in the list of references, there is an 'Add to bibliography' button. Press on it, and we will generate automatically the bibliographic reference to the chosen work in the citation style you need: APA, MLA, Harvard, Chicago, Vancouver, etc.

You can also download the full text of the academic publication as pdf and read online its abstract whenever available in the metadata.

Browse journal articles on a wide variety of disciplines and organise your bibliography correctly.

1

Ayiş, Mehmet Şirin. "Sünbül Sinan ve Atvâr-ı Seb’a Risalesi Bağlamında Nefis Mertebeleri." Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 7, no. 13 (2017): 119–38. http://dx.doi.org/10.29029/busbed.310642.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
2

BAYRAKTUTAR, Muammer. "Halvetiyye Geleneğindeki Nefis Mertebeleri Anlayışının Hadislerdeki Dayanakları (Yusuf Sünbül Sinân’ın Etvâr-ı Sebʻa Risâlesi Özelinde)". Amasya İlahiyat Dergisi, № 14 (30 червня 2020): 9–50. http://dx.doi.org/10.18498/amailad.682262.

Full text
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
3

Zariç, Mahfuz. "Safahat’ın Yedinci Kitabı Gölgeler’de Hikemî ve Tasavvufî İzlekler." Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi 15, no. 29 (2025): 355–87. https://doi.org/10.33207/trkede.1504995.

Full text
Abstract:
Mehmet Akif Ersoy’un Safahat adlı şiir külliyatının yedinci kitabı Gölgeler, kırk üç şiirden oluşmaktadır. Değerler şairi Mehmet Akif, İslami duyarlıklı bir şair olarak bu şiirlerde, içinde yaşadığı toplumun ve mensubu olduğu ümmetin sorunlarına ayna tutmuş, muhataplarına kurtuluş yolunu göstermiştir. Okurlarına öz güven kazandırmak istemiş, ümit aşılamıştır. Akif, bu şiirlerde esaret, özgürlük, tefrika ve ittihat kavramlarını ele almıştır. Gölgeler’deki şiirlerinde yer yer çocuklara ve gençlere seslenen şair, Divan edebiyatının ve dinî-tasavvufi edebiyatın sembol ve kavram dünyasına; geleneksel merasimlere, içinde bulunulan devrin kimi siyasi ve edebî şahsiyetlerine, gelenekle ilişkilendirilebilecek giysi ve eşyalara yer vermiş; “sa’y, tevekkül, tevhid, ittihad ve recâ” gibi kavramları izleklere dönüştürmüştür. Şikâyetlerinin yanı sıra tespit ve tenkitlerini de Gölgeler’deki şiirlerinde dile getiren Mehmet Akif, “azim, hikmet, akıl, vahiy, İslam ve ahlak” ekseninde görüşler ileri sürmüştür. Peygamberler tarihi ve asr-ı saadet gibi bir mazi ile iftihar etmeyi öğütlemiştir. Akif, tasavvufi bağlamda da Gölgeler’de, “nefis ve nefsin mertebeleri, kevnî ve kavlî ayetlerin bağdaştırılması, fenâ ve ebedîyet arzusu, acziyet ve hâlden kaçış, Elest bezmi, insan ve ihsan” kavramları üzerinde durmuştur.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
4

ARSLAN MEÇİN, Buşra. "Varlığın Kaynağı: İlahî Soluk (Nefes-i Rahmânî)." Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, no. 21 (June 24, 2023): 157–75. http://dx.doi.org/10.34085/buifd.1319463.

Full text
Abstract:
Bu çalışmanın konusu, tasavvuf anlayışında İbnü’l-Arabî tarafından varlığın kaynağı olarak ileri sürülen tanrısal soluk veya Nefes-i Rahmanî tasavvurunu incelemek ve değerlendirmektir. Daha çok İbnü’l-Arabî ve öğrencilerinin eserlerindeki düşüncelerinin esas alındığı bu çalışmanın amacı soyuttan somuta diğer bir ifadeyle bâtından zâhire doğru tezahür etmeye başlayan varlık ve varlık mertebelerini tanrısal soluk olan Nefes-i Rahmanî ile izah etmektir. Çalışmada, tasavvufun önemli konularından biri olan varlık, Hak ve halk arasındaki irtibat, yaratma faaliyeti ve tecellî gibi konular İbnü’l-Arabî tarafından Rahman’ın nefesiyle izah edilerek tüm mevcudatın aynı nefesten çıktığı görülecektir. Bu anlayışa göre, yüce Allah'ın zâtı, “Bir’den ancak bir çıkar” hükmüne göre tecelli ettiğinde, O'nun tek tecellisi engin rahmetinin bir neticesi olarak ortaya çıkar ve bu tek tecellî mertebeler şeklinde çoğalarak âlem meydana gelir. Nefes-i Rahmanî olarak görülen bu tecellî, kelamın ve konuşmanın kaynağı olan insan nefesiyle sembolize edilmiştir. Buna göre, insan nefesiyle ilişkisinde görüldüğü gibi varlık âlemindeki varlıklar da Rahman’ın nefes vermesiyle surete bürünmüştür. Rahman’ın nefesi ile varlıklar arasındaki bu irtibatın keyfiyetinin anlaşılması amacıyla özellikle insan nefesi örneğine dikkat çekilmiştir. Bu örnekte, tıpkı insan nefesinin bizzat harflere ve kelimelere dönüştüğü ya da insan nefesinin bu kelime ve sözcüklerin kaynağı veya yaratıcısı olduğu gibi, Hak Teâlâ’dan taşan Rahmanî nefesin de tüm kelimelere, sözlere, vahiylere ve son tahlilde bütün varlıklara kaynaklık eden yaratıcı sebep olduğu anlaşılmıştır. Aynı şekilde Rahman’ın nefes almasıyla da kesret halindeki varlıklar yeniden Rahman’a doğru çekilmiş, O’nda birleşmiş ve böylece vahdete ulaşmıştır. Kesretten vahdete doğru varlıkların iniş kavsiyle ortaya çıkan ve zamanı gelince yeniden çokluktan birliğe doğru yükseliş kavsiyle fena olan varlık dairesi veya başlangıç-son çarkı ya da varlık döngüsünün hareket ettiricisinin Nefes-i Rahmanî olduğu fark edilmiştir. Bu çalışmada, Rahman'ın nefes vermesiyle bütün varlıkların tezahür ettikleri ve yeniden Rahman’ın nefes almasıyla bu varlıkların asıl kaynaklarına döndükleri, böylece yaradılışın başlangıcından sonuna kadar varlık dairesinin bir bütün meydana geldiği anlaşılmıştır. Çalışmanın sonunda, bütün varoluşun her daim taşan bir “tanrısal soluk” ile ayakta kaldığı ve âlemdeki hareket ve sürekliliğin bu ilahî nefha sayesinde varlığını sürdürdüğü sonucuna varılmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
5

Ender, Büyüközkara. "Yunus Emre Düşüncesinde Ahlâk İlkeleri." Ahlak Dergisi 1, no. 2 (2021): 17–27. https://doi.org/10.5281/zenodo.5336926.

Full text
Abstract:
Bu çalışmanın konusunu, Yunus Emre’nin tasavvuf sisteminde ahlak ilkelerinin incelenmesi teşkil eder. “Aşk” mefhumu söz konusu sistemde temel yapıtaşı konumundadır. Aşk, insanı hakikî manada insan kılan öğe şeklinde düşünülmekte ve bu çerçevede âşık, ahlaklılık ve kemal sahibi insan-ı kâmile tekabül etmektedir. Buna bağlı olarak ahlak ilkeleri, ahlaklılık ve kemal idealine ilişkin temel kurallar yani kişiyi âşık kılacak temel düsturlar şeklinde düşünülebilir. Yunus Emre’nin görüşlerinden hareketle üç temel ilke ortaya konabilir: Dünya ve ahiret sevgisi yerine Allah sevgisini geçirmek, nefsin düşük mertebelerine karış koymak ve gönlü temizlemek ve son olarak ibadet edip iyi amellerde bulunmak. Bu ilkelerden birincisi ahlak alanındaki erek ve ideal ile irtibatlı iken diğer ikisi bu erek ve ideale ulaştıran yolun esasları şeklinde ele alınabilir. Yunus Emre’nin ilkelerle ilgili görüşleri incelendiğinde onun Allah aşkını gözeten, pragmatizmden çok uzak ve halis niyetle yapılan ibadet ve eylemlere dayalı bir ahlak anlayışı ortaya koyduğu söylenebilir. The subject of this paper is the analysis of moral principles in Yunus Emre’s system of Sufism. The concept of love is in the position of building block in the system in question.  Love is regarded as the element that renders human being a real human being, and within this framework, lover corresponds to the perfect human being, who owns morality and perfectness. Accordingly, moral principles can be considered as the basic rules related to the morality and perfectness ideal, that is, the main codes that render person a lover. Based on Yunus Emre’s views, three basic principles can be set forth: To substitute the love of God for the love of world and afterlife, to resist the low stages of soul and to purify heart, and finally, to worship and to do good acts. While the first principle is connected with the end and ideal in the field of morals, the other ones can be considered as the fundamentals of the way that conveys to that end and ideal. When Yunus Emre’s views on the principles are analysed, it can be stated that he presents an account of morals that pays regard to the love of God; that is far away from pragmatism, and is based on the worships and actions done with goodwill.    
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
6

Yalçın, İsa. "Hintli Sûfî Muhammed Gavs Gevâliyârî: Tasavvufî Düşüncesinde Aşk ve Muhabbetin Yeri." Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, no. 67 (March 18, 2025): 82–93. https://doi.org/10.53568/yyusbed.1580783.

Full text
Abstract:
Hintli sûfî Muhammed Gavs Gevâliyârî, XVI. yüzyıl Hint alt kıtasında tasavvufun önde gelen temsilcilerinden olup, özellikle Şettâriyye tarikatındaki etkisi ve tasavvufî düşüncelerindeki derinliğiyle tanınır. Gavs, Bâbürlüler döneminde yaşamış, dönemin siyasi ve kültürel hareketlilikleri içinde önemli bir mânevî rehber olarak öne çıkmıştır. O, tasavvufi eğitiminde nefs terbiyesinin önemine vurgu yapmış, erken yaşlarda yoğun bir riyâzet sürecine girerek bu yolda ilerlemiştir. Uzun yıllar süren inziva döneminde dünyevî unsurlardan uzak kalarak nefsini terbiye etmiş ve mânevî olgunluğa erişmiştir. Muhammed Gavs, birçok mürid yetiştirmiş ve onları başta Hindistan’ın çeşitli bölgeleri olmak üzere farklı coğrafyalara irşad göreviyle göndermiştir. Böylece, Şettâriyye tarikatının prensiplerini geniş bir alanda tanıtma ve tasavvuf kültürünü yerel halklar arasında yayma misyonunu üstlenmiştir. Ayrıca, kendi tasavvufî düşüncelerini ve öğretilerini aktarmak için eserler telif etmiş; bu eserler, Şettâriyye tarikatının Gavsiyye kolunun temel kaynakları olarak sonraki kuşaklar tarafından benimsenmiştir. Bu çalışmalar hem tarikatın etkisini artırmış hem de Gavs’ın mânevî mirasını kalıcı kılarak geniş bir çevrede yayılmasını sağlamıştır. Muhammed Gavs, tasavvuf düşüncesinde aşk ve muhabbet kavramlarına önemli bir rol atfetmiş; ilâhî aşkın, kulun nefsini arındırma ve Allah’a yaklaşma sürecinde önemli bir yer tuttuğunu vurgulamıştır. Ona göre aşk ve muhabbet, insanın içsel yolculuğunu derinleştiren, Hak’la bütünleşme yolunda vazgeçilmez mertebelerdir. Bu bağlamda gerçekleştirilecek çalışmada, Muhammed Gavs tanıtılacak ve tasavvufî düşüncesindeki aşk ve muhabbet anlayışını ele aldığı eserlerine dayanarak incelenecektir. Özellikle, ilâhî aşkın insan nefsini arındırıcı ve Hak’la bütünleştirici rolü ile muhabbetin mânevî gelişimdeki işlevi ele alınarak Gavs’ın düşüncesinde aşkın nasıl mânevî bir dönüşüm aracı olarak konumlandığı ortaya konulacaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
7

Ayiş, Mehmet Şirin. "Nefis Mertebelerine Astrolojik Yaklaşımlar: Sünbül Sinan ve Sofyalı Bâlî Örneği." Marife Dini Araştırmalar Dergisi, December 14, 2024. https://doi.org/10.33420/marife.1530045.

Full text
Abstract:
Tasavvufun önemli hedeflerinden bir tanesi de insanın, Allah’ın varlığını ve birliğini derin bir şekilde kavrayıp, nefsânî bütün arzu ve isteklerinden kurtulup, benliğinden sıyrılarak ilahî birliğe ulaşmasına yardımcı olmaktır. Bunun gerçekleşmesi için de insanın benliğinin derinliklerinde bulunan ve bütün kötü arzu ve isteklerin kaynağı olarak kabul edilen nefs-i emmâresinin terbiye edilmesi hedeflenir. Nefis terbiyesinin insanın manevî hayatı üzerindeki etkisinden dolayı, tasavvuf tarihinin erken dönemlerinden itibaren konu hakkında pek çok çalışma yapılmış, nefis mertebeleri Kur’an ayetlerinin ifade ettiği anlam biçimlerinden de hareketle dörtlü ya da yedili şekilde çeşitli tasniflere tabi tutulmuştur. Halvetiyye tarikatı mensupları nefsi, atvar-ı seb’a olarak da isimlendirilen yedi mertebeli bir tasnife tabi tutmuş her bir mertebede mürid ya da sâlikin uyması gereken kurallar, dikkat etmesi gereken hususlar ile yerine getirmesi gereken görev ve sorumluluklarla ilgili usul ve esasları dikkatli bir şekilde ele almış konunun daha iyi anlaşılması için bu yedi mertebeyi farklı teşbih, temsil ve metaforlarla izah etmeye çalışmışlardır. Nefis mertebeleri konusunda eser yazan müellifler, tasavvuf yolunda seyr u sülûk yapmak isteyen sâliklere bu yolun incelikleri, zorlukları, yolculuk esnasında dikkat edilmesi gereken hususlar, bu anlamda sâlikin görev ve sorumlulukları, her bir mertebe yapılması gereken zikir ve ibadetler, her bir mertebede sâlikin nefsinde meydana gelen değişim ve dönüşümler, her bir mertebede sâlikin mazhar olduğu esmâlar ve bu esmâların sâlikteki tecellileri gibi pek husus üzerinde durmuşlardır. Bu çalışmamızda Halvetiyye tarikatı mensuplarından Sünbül Sinan ve Sofyalı Bâlî Efendi’nin atvar-ı seb’a adlı risalelerinde nefis mertebeleri ile ilgili vermiş oldukları bilgiler üzerinde durulacaktır. Sünbül Sinan ve Sofyalı Bâlî Efendi, eserlerini yazarken evvela söz konusu mertebelerin zikredilecek esması, hâli, âlemi, varidi, şahidi gibi seyr u sülûk yolunda sâlike lazım olacak önemli bilgiler verdikten sonra her bir mertebeyi haftanın bir günü, bir gezegen ve bir peygamber ismine nispet ederek izah etmişlerdir. Müelliflerimiz, eserlerinde nefsin her bir mertebesini seyr u sülûkün bir aşaması olarak ele almış, sâlike her bir aşamada dikkat etmesi gereken hususları konusunda hatırlatıcı bilgi vermişlerdir. Örneğin nefsi emmâre mertebesini, sülûkün birinci aşaması olarak kabul etmiş, bu mertebeyi gezegenlerden Ay’a, peygamberlerden Hz. Âdem’e nispet ederek sâlike, tevbe ve istiğfar ile yeni bir başlangıç yapması gerektiğini hatırlatmışlardır. Nefs-i levvame mertebesini, sülûkün ikinci aşaması olarak kabul etmiş, bu mertebeyi gezegenlerden Merkür’e, peygamberlerden Hz. Nuh’a nispet ederek sâlikin, zorluk ve sıkıntılara katlandıktan sonra ilim ve kemâlat yolunda mesafe kat edebileceğine dikkat çekmişlerdir. Nefs-i mülhime mertebesini, sülûkün üçüncü aşaması olarak kabul etmiş, bu mertebeyi gezegenlerden Venüs’e, peygamberlerden Hz. Yahya’ya nispet ederek sâlike, seyr u sülûk yolculuğundaki aşk, sevgi ve muhabbeti izah etmiş ve bu mertebeye ulaşmak için uyarıcı ve yol gösterici bilgiler vermişlerdir. Nefs-i Mutmainne mertebesini, sülûkün dördüncü aşaması olarak kabul etmiş, bu mertebeyi gezegenlerden Güneş’e, peygamberlerden Hz. İdris’e nispet ederek sâlike, bu mertebenin nefsin karanlıklarından kurtulma ve iç aydınlığına ulaşma mertebesi olduğunu hatırlatmışlardır. Nefs-i Râziyye mertebesini, sülûkün beşinci aşaması olarak kabul etmiş, bu mertebeyi gezegenlerden Mars’a, peygamberlerden Hz. İsa’ya nispet ederek sâlike, bu mertebede nefsânî ve bedenî bütün arzu ve isteklerinden kurtularak Allah'a tam bir teslimiyet ile teslim olması gerektiği hususunda önemli bilgiler vermişlerdir. Nefs-i Marziyye mertebesini, sülûkün altıncı aşaması olarak kabul etmiş, bu mertebeyi gezegenlerden Jüpiter’e, peygamberlerden Hz. Musa’ya nispet ederek, sâlike, bu mertebenin Allah’ın kendisinden razı olduğu bir mertebe olduğunu hatırlatarak önemli bilgiler vermişlerdir. Bâlî Efendi, nefs-i kâmile mertebesinin günü, gezegeni ve nispet edildiği peygamber hakkında herhangi bir bilgi vermezken, Sünbül Sinan bu mertebeyi, gezegenlerden Satürn’e, peygamberlerden Hz. Ahmed’e nispet etmiş, her iki müellif de nefsin bu mertebedeki durumunu; bütün beşerî sıfatlardan kurtulup, nefsinde fânî olup Hakk’ta bakî olma şeklinde izah etmiş ve bu konuda salike önemli tavsiyelerde bulunmuş ve hatırlatıcı bilgiler vermişlerdir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
8

Certel, Hüseyin, and Elif Nurdan Gökçe. "İslami Psikolojinin Temel Kavramları: Gazali Örneği." Türk Din Psikolojisi Dergisi, November 14, 2024. https://doi.org/10.59379/tdpd.1497081.

Full text
Abstract:
450/1058’ de İran’ın Tus şehrinde dünyaya gelen Gazali’nin asıl adı Muhammed b. Muhammed’dir. Künyesi Ebû Hâmid olan Gazali’nin “Hüccetü’l-İslâm” ve “Zeynüddîn” lakapları da mevcuttur. Hem batı dünyasında hem de İslam âleminde tanınan bir âlim olan Gazali, mantıktan felsefeye, İslami ilimlerden psikolojiye, sosyolojiden hukuka pek çok alanda fikir beyan eden ilim ve düşünce adamıdır. İfade etmiş olduğu fikirler ve yazmış olduğu kitaplarla pek çok kişinin düşünce dünyasını etkilemiş ve onlara ilham kaynağı olup ufuklarını genişletmiştir. Öyle ki Gazali düşünce ve eserleriyle halen daha birçok kişi üzerinde tesirini devam ettirmektedir. O, pek çok alanda etkili olduğu gibi İslam Psikolojinde de etkili olmuş ve İslam psikolojisinin temellerini atan âlimler arasına adını yazdırmıştır. Yaşamış olduğu tecrübeleri kendisi gibi bir başkasının da yaşayabileceğini düşünerek özelden genele çıkarım yapmak suretiyle teoriler ortaya atmıştır. Gazali, İslam psikolojisi alanında ilk dönem âlimleri arasında en sistematik açıklama ve tanımlamalar yapan âlimdir. Pek çok eserinde nefs, kalp, akıl, ruh kavramlarına yer verip, bunları sistemli bir şekilde ele almıştır. Eserlerinde akıl, nefs, nefsin mertebeleri, kalp ve ruhu aynı anlamda kullandığı gibi farklı anlamlarda da kullanmıştır. Ona göre bahsedilen lafızlardaki çokluk manadaki çokluğu beraberinde getirmemektedir. Bu sebeple de ona göre kalp, nefis, nefsin mertebeleri ve akıl farklı lafızlar olsa da anlamı birdir. Gazali’ye göre bu kavramların gerçek manalarını pek az kişi elde edebilmektedir. Gazali’ye göre bu kavramların gerçek anlamlarına ulaşabilmek için üzerinde düşünmek ve derin çalışmalar yapılmalıdır. Gazali’nin en büyük amacı “marifetullah”tır. Kişinin marifetullaha ulaşabilmesi için öncelikli olarak iyi bir şekilde kendisini tanıması gerekir. Gazali’nin bu düşüncesi tecrübelerinin ürünüdür. Gazali, kendi tecrübi bilgileri ile ilahi kaynaklı bilgilerini harmanlayarak pek çok psikolojik görüşler beyan etmiştir. Bu çalışmada, görüşleri ile hem İslam âleminin hem de batı âleminin dikkatini çeken Gazali’nin insanın kendini bilmesinin gereğinden bahsederken değinmiş olduğu akıl, kalp, ruh, akıl, nefis ve nefsin mertebeleri ve bu kavramların birbiri ile ilişkisi konusundaki görüşleri detaylıca ele alınmıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
9

İNCE, Eyüp. "Tüsterî'nin Nefis Kavramına Dâir Tasavvufî Yorumları." Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, November 5, 2022. https://doi.org/10.58568/firatilahiyat.1158705.

Full text
Abstract:
Kur’ân-ı Kerîm, tüm insanlığa bir hidayet kaynağı olarak gönderilmiştir. Hidayeti tam manasıyla elde etmek için öncelikle Kur’ân-ı Kerîm’i okuyup idrak edip daha sonrasında pratiğe dökmek gerekir. Kur’ân’ın içeriğinde genel olarak bütün insanların anlayabileceği konular ve kavramlar bulunmaktadır. Fakat bazı konuların ve kavramların anlaşılması güçtür. Anlaşılması güç olan kavramlardan biri de nefistir. Mutasavvıf Tüsterî, Kur’ân’dan aldığı ilhamla tasavvuf anlayışını, nefsi terbiye edip onu hâkimiyet altına alma üzerine kurmuştur. Bu açıdan Tüsterî’nin yorumları, komplike (karmaşık) duyguları barındıran nefsin anlaşılması ve terbiye edilmesi noktasında önem arz etmektedir. Bu çalışmada Tüsterî’nin Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm isimli tefsirindeki nefis kavramına dâir tasavvufî yorumları incelenmiştir. Yöntem olarak öncelikle Tüsterî’nin nefisle alakalı düşüncelerine referans gösterdiği âyetler temel alınmıştır. Daha sonrasında Tüsterî’nin bu âyetlere getirmiş olduğu tasavvufî yorumlar tespit edilerek konunun genel çerçevesi belirlenmiştir. Konuyu ele alırken ise nefis kavramının lügat, ıstılah manası zikredilerek Kur’ân ve sünnetteki açıklamalarına yer verilmiştir. Daha sonra bu bilgiler çerçevesinde Tüsterî’nin nefis kavramına dâir yapmış olduğu yorumlar tasavvufî açıdan ele alınmıştır. Netice olarak Tüsterî’nin yorumlarında nefis kavramının sırlarla dolu bir anlam yelpazesine sahip olduğu görülmüştür. Ayrıca Tüsterî’nin yorumlarından, nefsin insanı esfeli sâfilîn (cehennemin en aşağısı) durumuna düşürdüğü gibi mücâhede ve tezkiye ile arındırıldığında âlâyı ıllıyyîn (cennetin en yüksek mertebeleri) konumuna yükselttiği tespit edilmiştir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
10

TOKUR, Behlül. "GAYE- ANLAM BAĞLAMINDA KENDİNİ GERÇEKLEŞTİRMEK." December 31, 2013. https://doi.org/10.5281/zenodo.3265119.

Full text
Abstract:
Bu makale gaye-anlam bağlamında Tasavvufta yer alan nefis mertebelerinin nasıl psikoterapik bir işlev gördüğünü konu almaktadır. Makale, bütünleşme ve iç evrim yolunda insan-ı kâmil yolcusunun geçeceği yedi mertebenin tasavvufta ruhsal gelişimin ilerleme aşamaları olarak işlev gördüğüne ve her aşamanın kişiliğin daha mükemmel bir seviyeye dönüşümüne katkıda bulunduğuna yer vermekte ve bu bağlamda kendini gerçekleştirme ve gaye-anlam ilişkisi üzerinde durmaktadır. ABSTRACT Self Actualization in terms of Aim-Meaning This article discusses how nefs stages ,which takes places in mysticism in terms of aim-meaning, function as psychotheraphy The article gives place seven stages which insan-ı kamil passenger will pass in the path of integration and internal evolution and each stages function as development stages of spiritual progress in Sufism and contributes to a greater level of personality transformation, so the article focus on self actualization and aim-meaning relationship
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
11

Alkış, Abdurrahim. "İbnü’l-Arabî’nin Siyaset ve İdare Anlayışı." Tasavvuf İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, September 10, 2024. https://doi.org/10.70951/tasavvufdergisi.1511899.

Full text
Abstract:
İslâm düşünce tarihinin bir yazın türü de siyaset ve idare ile ilgili yazılan eserlerdir. İslâm düşünürleri bu alanda yüzlerce eser kaleme almış, bu eserler pek çok sultan ve vezir için başucu kaynak eser olmuştur. Bu alanda kendi düşünce sistemine özgün eserler kaleme alan bir düşünür de Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’dir (v. 638/1240). İbnü’l-Arabî bu tür konulara tahsis ettiği bir ciltlik et-Tedbîratü’l-İlâhiyye fî ıslâhi’l-memleketi’l-insâniyye isimli eserinde ve 37 sifr’den/defterden oluşan el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye isimli ansiklopedik eserinde çok özgün fikirler beyân eder. Biz bu çalışmamızda ağırlıklı olarak bu iki eseri üzerinden siyaset alanındaki görüşlerini ve etkilerini tespit etmeye çalışacağız. Özellikle bu konularla ilgili görüşlerini ünlü nazariyesi vahdet-i vücûd anlayışı çerçevesinde ele alacağız. Çünkü İbnü’l-Arabî bu âlemi yüce âlemlerin izdüşümü olarak görür. Ona göre şu içerisinde yaşadığımız âlemdeki varlıklar ve olaylar “varlık mertebeleri” diye isimlendirdiği mertebelerin üstlü-altlı olarak etkileşiminden ibarettir. Ona göre zât-sıfât-esmâ arasında üst mertebelerde olan etkileşim ve hiyerarşi farklı yansımalarla da olsa alt mertebelerdeki ruh, nefs ve beden arasındaki etkileşime yansır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
12

Demir, Özlem. "Hâkim Mehmed Efendi’nin el-Vâridâtü’r-Rabbâniyye fî nefehâti’r-Rahmâniyye Adlı Risâlesi." Hakkari İlahiyat Dergisi, April 7, 2024. http://dx.doi.org/10.69801/haid.1429887.

Full text
Abstract:
Sûfîlerin herhangi bir çaba harcamaksızın gaybdan kalplerine doğan ilhamları kaleme aldıkları eserler, Tasavvuf Edebiyatı’nda vâridât türünü oluşturmaktadır. Vâridâtlar şimdiye kadar müstakil bir tür olarak çalışılmamıştır ve bunun sonucu olarak ilim dünyasında bu tür hakkında yeterince bilgi bulunmamaktadır. Meşhur olmuş birkaç vâridât dışında diğer vâridâtların ismi dahi bilinmemektedir. Vâridâtlar çoğunlukla kişinin manevî hâline yönelik konuları içerdiği için muhtevalarının açıklanması oldukça zordur ve belli bir tasavvuf kültürüne sahip olmak gerekir. Edebiyatımızda bu türde yapılan çalışmalardan biri de Hâkim Mehmed Efendi’nin el-Vâridâtü’r-Rabbâniyye fî nefehâti’r-Rahmâniyye isimli risâlesidir. Müellifin vâridâtı geniş hacimli olmamakla birlikte varlık ve yokluk kavramları, varlık mertebeleri, insanın Allah’ın aynası olması, Allah’ın sıfatlarının insana yansıması, insanın şerefi ve yeryüzüne halife olması, Allah-insan ilişkisi, ruh ve nefis kavramları gibi tasavvufî konuları kapsamaktadır. Risâle kalbe doğan ilhamları içermesine rağmen müellif, vâridâtın anlatımında âyet ve hadisleri delil olarak kullanılmıştır. Müellif eserin isimlendirilmesinde İlâhî kaynaklı olduğunu belirtse de muhtevaya bakıldığında Hâkim Mehmed Efendi’nin ilminin de etkisi görülmektedir. Onun vâridâtını ilim ve Hak kaynaklı olarak değerlendirmek mümkündür. Üzerinde çalıştığımız vâridâtın en önemli özelliklerinden biri de içerdiği manzumelerdir. Gerek Türkçe gerek Farsça şiirleriyle müellifin şairlik yönü dikkat çekmektedir. Her bölümün başında, ortasında ve özellikle de sonunda yer alan şiirler konunun daha iyi anlaşılması için basit bir dille yazılmıştır. Metinde yer alan Farsça ve Arapça cümleler ve manzumeler, metnin içeriğinin anlaşılması için tarafımızdan tercüme edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışmada Hâkim Mehmed Efendi’nin vâridât türünde yazmış olduğu risâlesinin metni ortaya konulmaya ve elden geldiğince muhtevası açıklanmaya çalışılmıştır. Bu makalenin amacı üzerinde çalışma yapılmamış vâridât türüne ait bir eseri literatüre kazandırmaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
13

Çubukcu, Hatice. "NECMEDDÎN-İ DÂYE RÂZÎ’NİN (ö. 654/1256) MEBDE ve MEÂD ANLAYIŞINDA NEFSİN YERİ." Kilis 7 December University Journal of Theology, June 27, 2024. http://dx.doi.org/10.46353/k7auifd.1456010.

Full text
Abstract:
Necmeddîn-i Dâye 13.yüzyılda Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya gelmiş ve en tanınan eseri Mirsâdü’l-ibâd’ı burada yazmıştır. Erken dönemlerde Farsçadan Türkçeye tercüme edilen eser, Türk okuyucusundan bir hayli rağbet görmüş, dolayısıyla Mirsâd’ın Anadolu tasavvufuna mühim etkileri olmuştur. Dâye eserinde “Allah’a aitiz (Allah’tan geldik) Allah’a döneceğiz” buyruğu çerçevesinde gelişen mebde ve meâd anlayışına yer vermiştir. Daha ziyade felsefecilerin ele aldığı ve ruhun tekamülünü anlatan devir nazariyesini, sufî bakış açısıyla yorumlamıştır. Dâye’ye göre ilk Hz. Muhammed’in ruhu /nuru yaratılmıştır. Daha sonra, ondan sırasıyla peygamberlerin, evliyânın, müminlerin, asi-fasıkların, münafıkların ve kafirlerin rûhları yaratılır. Yaradılışın amacı Hakk’ı marifettir. Bedene girmeden önce temiz ruh, ruhlar aleminde iken oraya uygun marifeti elde etmiş, Hakkı müşahede etmiş, onunla konuşma şerefine erişmiş ise de esasında gerçek marifete ulaşamamıştır. Bunun için ruhun bedene girip terbiye edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla bu amaç doğrultusunda ruh varlık katmanlarından geçerek bedene girer ve neticesinde kalp ile nefis ortaya çıkar. Ruh bu aleme gelirken “ona ruhumdan üfledim” sırrıyla nefha burağına binmiş, kendi alemine dönmek istediğinde “irciî” (rabbine dön) emrinin gereği nefs burağına ihtiyaç duymaktadır. Dâye ayette hitap nefse yapıldığından meâdı nefs ile ilişkilendirmiştir. Nitekim ruh meâd yolunda elde ettiklerinin çoğuna nefs aracılığıyla ulaşır. Bu nedenle Dâye’nin mebde ve meâd anlayışında nefs etkin bir role sahiptir. Nefsin, istenen hedefe ulaştırması için terbiye edilmesi gerekir bu da gazab ve hevâ şeklindeki nefsin sıfatlarının itidalde tutulmasıyla mümkündür. Daye’ye göre şeriat ve takvâ bütün sıfatları dengede tutan bir terazidir. Bahsi geçen ifadelerden de anlaşılacağı üzere Dâye’nin kurduğu ahlak teorisi şeriat temeline dayanmaktadır. Ona göre nefs önce şeriat bağıyla bağlanmalı daha sonra kalbin tasfiyesi ve ruhun tahliyesine geçilmelidir. O şeriat temelli ahlak teorisiyle, tasavvuftaki ahlak anlayışının hem filozoflardan hem de diğer mistik sistemlerden farkını ortaya koymuştur. Ayrıca filozofların sırf akılcı terbiye usullerini de eleştirmiştir. Felsefeciler, peygambere ihtiyaç duymadan, aklı kullanarak, yerilmiş nefsânî sıfatların, zıttı olan övülmüş sıfatlarla tedavi edilebileceğine inanmaktadırlar. Yanıldıkları nokta ise insan için aklın ötesinde ondan daha şerefli kalb, sır, ruh ve hafî gibi aletlerin olduğunu bilmemeleridir. Malum olduğu üzere nefis; üç, dört, beş ve yedili mertebelere ayrılmıştır. Dâye, nefs-i emmâre, nefs-i levvâme, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne şeklinde dörtlü tasnifi benimsemiştir. Dâye eserinde nefsin sıfatlarını şehvet-gazab yerine hevâ-gazab şeklinde adlandırmayı tercih etmiştir. Dâye’nin, nefsin sıfatları hevâ ve gazabın ifrat, itidal, tefritten doğan halleri tespiti, kendinden önceki ahlak teorileriyle paralellik arzetmektedir. Dâye’ye göre nefs, hevâ ve gazab sıfatları sayesinde, yukarı ve aşağı hareket edebildiğinden kişi hakikate ancak nefsi sayesinde ulaşır. Hevâ yukarı yöneldiğinde aşk ve muhabbete, gazab ise bütünüyle gayrete dönüşür. Ruhlar aleminde bu aletler eksik olduğundan ruh bedene inmiştir. Aksi halde Cebrail’in Sidretü’l-Müntehâ’da durması gibi ruh da bilinen makamına ulaştığında orada kalırdı. Oysaki zalimlik ve cahillik (hevâ-gazab) kanatlarıyla serkeş nefs, divane bir kelebek gibi kendini Ahadiyyet Celâlinin mumunun ateşine atar, manevî varlığından sıyrılıp, visâle erer. Dâye’yi özgün kılan en bariz hususlardan biri de Dâye’nin, kişinin nefs eğitiminde, kabiliyetinin, hedefe ulaşmasında ne denli belirleyici olduğuna dikkat çekmesidir. Ona göre herkesin kabiliyeti gereği ulaşması gereken makam ayrıdır. Kişi gücünün yettiğinden sorumludur, arpadan buğday olması beklenemez ancak imkanları nispetinde en iyi arpa olması umulur. Dolayısıyla kimileri en alt nefs basamağı nefs-i emmâreden, en üst kademe nefs-i mutmainneye çıkabilirken, kimi de nefs-i levvâme, nefs-i mülhime gibi daha alt basamaklarda kalabilir. Ancak her makamın kendi içinde dereceleri vardır ve kişi makamının içinde yükselmekle sorumludur. Dâye nefs basamaklarını kendi içinde ashab-ı yemin (sağdakiler) ashab-ı şimal (soldakiler) ve ashab-ı sâbıkân (önde olanlar) şeklinde üç dereceye ayırmakla da orijinal bir yaklaşım sergilemiştir. Ancak yazar, nefs-i levvâme de bu sınıflandırmayı ayrıntısıyla ele almış, diğer makamlarda ise detaylı açıklama yapmamıştır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
14

ÖZÇELİK, Mevlüt. "es-Seyrü ve’s-sülûk ilâ meliki’l-mülûk İsimli Eser Bağlamında Nefsin Mertebeleri." Kafkas Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, December 12, 2022. http://dx.doi.org/10.17050/kafkasilahiyat.1203460.

Full text
Abstract:
Bu çalışma, 17. Yüzyıl Osmanlı mutasavvıflarından Kâsım b. Salâhuddîn el-Hânî’nin (ö. 1109/1697) es-Seyrü ve’s-sülûk ilâ meliki’l-mülûk isimli eseri çerçevesinde nefsin mertebelerini incelemeyi amaçlamaktadır. Çalışmaya konu olan eserin dikkat çeken yönü, uzun yıllar tüccarlık yaptıktan sonra tasavvufa meylederek yedi yıl uzlete çekilen ardından iki yıla yakın kısa bir tahsil hayatından sonra hem müderrislik hem de şeyhlik makamına geçecek derecede kendini yetiştirmiş olan bir alimin kaleminden çıkmış olmasıdır. Eser, tasavvufun en temel meselelerinden biri olan “nefs” konusunu Halvetiyye tarikatında “atvâr-ı seb‘a” diye tabir edilen ve emmâre, levvâme, mülheme, mut’mainne, râzıye, marziyye ve kâmile olarak sayılan yedi makam esasına göre incelemektedir. Müellife göre nefs, bu makamlardan her birinde sonraki makama karşı on perdeyle perdelidir ve bu perdelerden her biri, sonrakine göre daha yoğun haldedir. Bu nedenle nefsin Allah Teâlâ'ya en uzak olduğu makam, O’nunla kendi arasındaki perdelerin en yoğun olduğu “emmâre” makamıdır. Bu makamları başarıyla aşarak vuslat-ı ilahîye nâil olmak ancak bir şeyhin gözetiminde seyrüsülûk yapmaya bağlıdır. Aksi takdirde vuslata erişmek mümkün olmadığı gibi bazen sâlikin yanlış itikatlara saplanarak yoldan çıkması bile söz konusu olabilir. Bu itibarla sâlik, seyrüsülûkünü tamamlayıncaya kadar özellikle de kendisine birtakım ilhamların gelmeye başladığı “mülheme” makamında, başına buyruk hareket etmekten kaçınıp şeyhin gözetimi altında şeriatın ahkâmına sımsıkı sarılmalı ve tarikatın âdâbı çerçevesinde yaşamaya devam etmelidir. Bu hassasiyet üzere seyrüsülûke devam eden sâlik, kurbiyet-i ilâhîye erişecek, Allah Teâlâ'nın yeryüzündeki halifesi olmaya ve nihayet insanları Allah’ın yoluna irşad etmeye layık bir mürşid haline gelecektir. Tasavvufa sülûk etmekten maksat, işte bu gayenin gerçekleşmesini sağlamaktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
15

KAHRAMAN, Ferruh. "İnsanı Anlamada Farklı Yaklaşımlar: Psikoanaliz, Şizoanaliz ve Nefs Kavramı Bağlamında Kültür Coğrafyamızdan Psikolojik Tahliller." Journal of Analytic Divinity, June 9, 2023. http://dx.doi.org/10.46595/jad.1228793.

Full text
Abstract:
Çalışmanın konusu İslâmî ilimler, psikanaliz ve şizoanaliz yaklaşımlarının insanı tanımlamasıdır. Çalışmanın problemi ise, modern ve postmodern teorilerin insanı ele alma biçimlerinin daha çok bedensel olması ve bu tanımlamaların yetersiz kaldığının görülmesidir. Zira modern ve postmodern bilimler nefs, rûh, akıl ve irade gibi insanın manevî özelliklerini ve kul olma boyutunu ihmal etmektedir. Amacı psikanaliz ve şizoanalizin birey tahlillerinin değerlendirilmesi ile İslâm’daki nefs tanımından yola çıkarak insanın mahiyetinin daha bütüncül bir anlayışla tekrar sorgulanmasıdır. İnsanı tanıma ve anlama konusunda çok önemli veriler sunan modern ve postmodern yaklaşımların eksik kalan spritüel tarafını İslamî ilim anlayışının insan tarifiyle tamamlamak mümkün olacaktır. Böylece insan varlığı farklı bakış açılarıyla ele alınacak, karşılaştırma ve eleştirilerle daha iyi insan tanımlamalarına ulaşılacaktır. Çalışmanın önemi ise birbirinden farklı üç bilimsel paradigma olan İslâmî, modern ve postmodern teorilerin insan yaklaşımlarının bir arada incelenmesidir. Modern dönemde insanı tanımlamak ve anlamak için yapısalcılık, gestalt, işlevselcilik, davranışçılık ve psikanaliz gibi pek çok yaklaşım geliştirilmiştir. Postmodern dönemde ise bu yaklaşımların eksiklikleri vurgulanarak biyolojik, nörobilimsel, evrimsel, psikodinamik, davranışsal, bilişsel, insancıl, sosyokültürel, eklektik ve şizoanaliz gibi teoriler geliştirilmiştir. İslâm ilim geleneğinde de insanı tanımlamaya ve insanı anlamaya özen gösterilmiş; her bir ilim dalı insan ve mahiyetini Kur’ân ve sünnet ışığında açıklamaya çalışmıştır. Bu açıklamalar neticesinde insan, özellikle nefs, rûh, kalb, akıl, irâde ve müradifleri bağlamında açıklanmaya çalışılmıştır. İslâm’a göre evrensel ahlaki değerlere sahip bir varlık ve bir halife olan insan, öncelikle akıl, inanç, irade ve sorumluluk sahibi bir varlıktır. O’nun yaratılış amacı; Allah’ı bilmek ve ona kulluk yapmaktır. Mahiyeti ise; beden, rûh, nefs, irade, kalb ve akıl birlikteliğinden oluşmaktadır. Bu özellikleriyle o; niyet, gayret, eylem, sorumluluk ve yaptırım sahibi bir varlıktır. Beşerî özelliklere ve nefse sahip olmasıyla da insan, nankör, bencil, müstağni, günahkâr, heva ve hevesinin peşinden koşmaktadır. Psikoloji, araştırma alanı olarak insanı seçmiştir. Psikoloji insanı tanımak, tanımlamak ve anlamlandırmak için pek çok yaklaşım geliştirmiştir. Bu yaklaşımlar içerisinde modern teorilerden psikanaliz bir hayli ilgi görmüş; pozitif bilimlerde insan denilince akla psikanaliz teorileri gelmiştir. Freud tarafından ortaya konulan psikanaliz, Lacan tarafından geliştirilmiştir. Son dönemlerde ise Guattari ile Deleuze gibi düşünürler insanı anlamada psikanalizi yetersiz görerek psikolojide şizoanaliz yaklaşımını geliştirmişlerdir. Deleuze ile Guattari, Freud ve Lacan’ın psikanalizinin pek çok noktada eksiklik ve tutarsızlıklarının olduğunu söyleyerek psikanalize karşı çıkmışlardır. Öncelikle psikanaliz, bireyi pasifleştirerek toplumun bir nesnesi durumuna düşürmüş; onu sapkın cinsel duygular peşinde koşan bir fail olarak açıklamıştır. Bu nedenle onlar, psikanalizin pasif ve oidipus merkezli bir bilinçdışı yerine; aktif, etkin ve kendini gerçekleştiren şizoik bir bilinçdışını savunmuşlardır. Deleuze ve Guattari, psikanalizinin bilinç dışını açıklamada da yetersiz kaldığını ifade etmektedirler. Onların bu konudaki en büyük hatası arzuyu; olumsuz, suçlayıcı ve bireyi pasifleştiren bir yapı olarak açıklamalarıdır. İnsanı tanımak ve onun hakkında bilgi sahibi olmak elbette psikoloji ile sınırlı değildir. İnsanı yaratan ve onun mahiyeti hakkında gerçek bilgi sahibi olan Yüce Allah da Kur’ân’da insanı açıklamıştır. Hadîsler ise bu açıklamaları daha da genişletmiştir. Özellikle Kur’ân’da, insanın mahiyeti, amacı ve görevleri gibi pek çok konudan bahsedilmiştir. İslâmî ilimler içerisinde insanla alakalı olan en önemli kavramın nefs olduğu söylenebilir. Zira nefs, rûh, akıl, kalb ve irade anlamlarına geldiği gibi insan ve insanın özü anlamına da gelmektedir. Bir de nefsin emmâre, levvâme ve marziye gibi farklı mertebeleri vardır. Freud’un psikanalizindeki id, ego ve süperego kelimeleri İslâm’daki nefs mertebelerini akla getirmektedir. Çalışmada psikanalizin kötülüğü arzulayan bilinç dışı ile nefs kelimesi de bir ölçü de birbirini andırmaktadır. Deleuze ile Guattari’nin kafasına buyruk aktif ve özgür şizofreni de nefsin sınırsız arzularını hatırlatmaktadır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
16

ARSLAN MEÇİN, Buşra. "VARLIĞIN KAYNAĞI: TANRISAL SOLUK (NEFES-İ RAHMÂNÎ)." Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, May 12, 2023. http://dx.doi.org/10.34085/buifd.1265189.

Full text
Abstract:
VARLIĞIN KAYNAĞI: TANRISAL SOLUK (NEFES-İ RAHMÂNÎ)
 
 The Source Of Beıng: The Dıvıden Breath (Al-Nafas Al-Rahmani)
 
 Buşra Arslan Meçin
 
 Dr., Iğdır Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tasavvuf Anabilim Dalı
 
 PhD, Igdir University, Faculty of Theology, Department of Sufism
 
 Iğdır, Turkey
 
 busrarslanm@hotmail.com
 
 ORCID: 0000-0001-6117-6024
 
 Öz
 
 Bu çalışmanın konusu, tasavvuf düşüncesinde İbnü’l-Arabî tarafından varlığın kaynağı olarak ileri sürülen tanrısal soluk veya Nefes-i Rahmanî konusunu incelemek ve değerlendirmektir. Daha çok İbnü’l-Arabî ve öğrencilerinin eserlerindeki düşüncelerinin esas alındığı bu çalışmanın amacı bâtından zâhire diğer bir ifadeyle metafizikten fiziğe doğru tezahür etmeye başlayan varlık ve varlık mertebelerini tanrısal soluk olan Nefes-i Rahmanî ile izah etmektir. Çalışmada, tasavvuf metafiziğinin önemli konularından biri olan varlık, Hak ve halk arasındaki ilişki, yaratma faaliyeti ve tecelli gibi konular İbnü’l-Arabî tarafından Rahman’ın nefesiyle izah edilerek tüm mevcudatın aynı nefesten çıktığı görülecektir. Buna göre, yüce Allah'ın Zât'ı, “Bir’den ancak bir çıkar” hükmüne göre tecelli ettiğinde, O'nun tek tecellisi engin rahmetinin bir neticesi olarak ortaya çıkar ve bu tek tecelli mertebeler şeklinde çoğalarak âlem meydana gelir. Nefes-i Rahmanî olarak görülen bu tecelli, kelimelerin oluşmasını sağlayan insan nefesiyle sembolize edilmiştir. Harflerin insan nefesiyle ortaya çıkışı gibi varlık âlemindeki her şey Rahman’ın nefes vermesiyle surete bürünmüştür. Aynı şekilde Rahmanın içeri doğru nefes çekmesiyle kesret halindeki varlıklar yeniden Rahman’da birleşmiş ve vahdete ulaşmıştır. Bu çalışmayla, rahmani nefesin verilmesiyle tezahür eden varlıkların yeniden Rahman’ın nefes çekmesiyle asıl kaynaklarına dönerek mebde’den meâda kadar varlık dairesinin bir bütün olarak oluşumu incelenmiş ve bütün varoluşun her daim fezeyan eden bir “Rahmanî nefes” veya “tanrısal soluk” ile ayakta kaldığı ve âlemdeki hareket ve sürekliliğin bu ilahî nefha sayesinde varlığını sürdürdüğü sonucuna varılmıştır.
 
 Anahtar Kelimler: Tasavvuf, Varlık, İbnü’l-Arabî, Nefes-i Rahmanî
 
 Abstract
 
 The subject of this study is to examine and evaluate the “divine breath” or “al-nafas al-Rahmani”, which was put forward by Ibn al-Arabi as the source of existence in mysticism. The aim of this study, which is mostly based on the thoughts of Ibn Arabi and his students in his works, is to explain the existence and the levels of existence that have begun to manifest from the invisible to the visible, in other words, from metaphysics to physics, with the divine breath, al-nafas al-Rahmani. In the study, subjects such as existence, the relationship between God and the people, the activity of creation and manifestation, which are one of important subjects of Sufi metaphysics, will be explained by Ibn al-Arabi with the al-nafas al-Rahmani, and it will be seen that all beings emerge from the same breath. Accordingly, when the Almighty God's Essence manifests itself according to the principle of "only one comes out of the one", His only manifestation emerges as a result of His vast mercy, and the world comes into being by multiplying in the form of this single manifestation. This manifestation, which is seen as al-nafas al-Rahmani, is symbolized by the human breath that enables the formation of words. Like the emergence of letters with human breath, everything in the realm of existence took on form with the exhalation of Rahman. Likewise, with the Rahman's inward breathing, the beings in the state of multiplicity were united in the Rahman again and reached unity. In this study, the formation of the circle of existence as a whole, from the beginning to the end, which manifests itself with the exhalation of Rahman and returns to its original sources with the breath of the Rahman, has been examined and it has been concluded that the whole existence is kept alive with an always radiating "al-nafas al-Rahmani" or "divine breath" and the life in the realm, movement and continuity continue to exist thanks to this divine breath.
 
 Keywords: Sufism, Being, Ibn al-Arabi, Nefes-i Rahmani
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
17

SAĞIR, Cemile. "The Spiritual Practices and Moral Values of Sufism Used In Transpersonal Psychology." Tasavvur / Tekirdağ İlahiyat Dergisi, November 16, 2023. http://dx.doi.org/10.47424/tasavvur.1356883.

Full text
Abstract:
21. yüzyıl itibariyle Batı’da özellikle benötesi psikologların, tasavvuf metinlerini referans alarak yaptıkları araştırmaların sayısında artış gözlenmesinden yola çıkılarak yapılan çalışmada, psikolojide modern insanın sorunlarını çözmede tasavvuftan yararlanılabileceği hipotezi üzerinde durulmuştur. Araştırmada, tasavvufun güncel meselelere çözüm sunma potansiyeli vurgulanmış, sûfî değer ve uygulamalarını psikolojiye entegre etmenin pozitif faydaları araştırılmıştır. Böylece psikolojinin tasavvuftan yararlanabileceğini göstermek amaçlanmıştır. Bu çalışmada, literatürde ortak bir terminolojinin geliştirilmesine katkı sağlayacak şekilde disiplinlerarası araştırmalara yönelik kavramsal bir çerçeve sunulmuştur. Diğer yandan Batı’da yapılan çalışmalar çerçevesinde tasavvufun psikolojiye dahil edilebileceği noktalar gösterilmiştir. Literatür tarama yönteminin kullanıldığı bu araştırmada, Batılı psikologların yirmi birinci yüzyıldaki İngilizce yayınları, tasavvufun psikolojik yönlerine odaklanılarak gözden geçirilmiştir. Yeniden doğuş, benlik dönüşüm süreci uygulamaları ve bunun sonucunda kazanılan ahlâki değerler ele alınan temel konulardandır. Sûfînin dönüşüm sırasında ihtiyaç duyduğu motivasyon ilahi aşk olarak tanımlanmaktadır. Bu süreçte aşılan nefs mertebeleri yani davranışsal aşamalar, farkındalık ile başlamaktadır. Bu çerçevede çalışma, “İnsan nedir?” sorusunu cevaplamaya çalışan az sayıda psikoloğun yanıt aramak için tasavvuf klasiklerine baş vurduğu araştırmaların tespiti açısından önem arz etmektedir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
18

ÇINAR, Fatih. "Şemseddîn-i Sivâsî’nin Mevlîd’inde Hz. Peygamber’in Ontolojik Konumu ve Ahlâkî Yetkinliği." UMDE Dini Tetkikler Dergisi, December 18, 2022. http://dx.doi.org/10.54122/umde.1188150.

Full text
Abstract:
Türk-İslâm geleneği içerisinde Hz. Peygamber’in ontolojik konumu, ahlâkî değeri ve O’na duyulan sevgiyi ifade etmesi bakımından mevlîd geleneği büyük bir öneme sahiptir. Anadolu’da, bilhassa Sivas ve civarında yüzyıllardır okuna gelen mevlîd türü eserlerin başında Şemseddîn-i Sivâsî’nin Mevlîd’i gelmektedir. Sivâsî, bu eserinde, vahdet-i vücûd düşüncesi bağlamında Hz. Peygamber’in ontolojik konumunu ve ahlâkî yetkinliğini konu edinmiştir. Şemseddîn Efendi, nûr-i Muhammedî, ef’âl, sıfât ve Zât tecellîleri, Hakk’ın zuhûru, insana verdiği değer, mârifet telakkîsi, Hz. Peygamber’in mûcizeleri, O’nun nûrunun her ân zuhûr ettiği yönündeki söylemi, nefis mertebelerini kat etmede Hz. Peygamber’in nûru ile seyrin önemine dâir vurguları, mirâcın manevî boyutuyla ilgili aktardıkları, fenâ, bakâ, cem‘, fark, aşk, şevk gibi kavramlar çerçevesindeki değerlendirmeleriyle Hz. Peygamber’in ontolojik bakımdan konumuna ve Hak katındaki değerine dâir fikirlerini serdetmiştir. Sivâsî, Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in değerine işaret eden bazı âyetleri aktarması, Hz. Peygamber’in sünnetine ittibânın önemini sıklıkla vurgulaması, iffetli, sâdık, cömert ve güler yüzlü olması, dünya için kızmaması, sabırlı olması, özrü kabul etmesi, boş söz konuşmaması, az yemesi, hastayı ziyaret etmesi, alçak gönüllü olması, yetime sahip çıkması, az uyuması, hilm, hayâ sahibi ve mütevekkil olması, ibadete düşkünlüğü ve savaş hukûkuna riâyetkâr olması gibi sıraladığı ahlâk-ı Nebî tasvîrleri ile O’nun insân-ı kâmil olarak yetkin ahlâk sahibi oluşuyla ilgili düşüncelerini aktarmıştır. Makalede, Sivâsî’nin Hz. Peygamber’in rûhî ve fizikî yönleri arasında kurduğu denge göz önünde bulundurularak, Kur’ân ahlâkını temsîl konumunda olan Hz. Peygamber’e dâir değerlendirmeleri, Mevlîd adlı eseri bağlamında ele alınmıştır. Sivâsî’nin Hz. Peygamber’e dâir ontolojik ve ahlâkî değerlendirmelerinde vahdet-i vücûd düşüncesinin temsilcileri ve mevlîd müellifleri içerisinde etkilendiği bazı isimler üzerinde de durulmuştur.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
19

ULU, Mahmut. "Ahmed Semseddîn Marmaravi’s Work named Cami al-asrar Characteristics and Functions of Tawhid." Kocatepe İslami İlimler Dergisi, May 17, 2022. http://dx.doi.org/10.52637/kiid.1095065.

Full text
Abstract:
Bu çalışmanın amacı Ahmed Şemseddin Marmaravî’nin Câmiu’l-Esrâr adlı eserinde tevhidin özelliklerinin ve işlevlerinin ortaya konmasıdır. Yöntemi ise literatür taraması ve içerik analizidir. Yiğitbaşı, Saruhânî ve Marmaravî gibi nisbelerle anılan Ahmed Şemseddin Marmaravî, 9/15. asrın öne çıkan sûfîlerinden olup İslâm dünyasının en yaygın tarîkatlarından biri olan Halvetiyye’nin ana kollarından “Orta Kol” olarak da bilinen Ahmediyye kolunun kurucusudur. Kaynaklardan onun gerek yaşadığı bölge olan Manisa ve çevresinde gerek devletin başkentinde ve gerekse tasavvufî zümrelerden olan Ahîler gibi çevrelerde oldukça saygın bir konuma sahip olduğu anlaşılmaktadır. Ahmed Şemseddin Marmaravî, eser telif eden sûfîlerdendir. O eserlerinin tamamını Türkçe yazmış, bu eserlerde genel olarak tasavvufî konu ve kavramlar üzerinde durmuştur. Allah’ın isimleri ve sıfatları, Allah sevgisi, insan, şeyh, derviş, seyr ü sülûk, zikir, vücûd, tenezzülât, nefs ve nefsin mertebeleri, ruh, rüyâ tabirleri, âlem-i zâhir, âlem-i bâtın, varlığın esası, itikad, irşad, tevhid, şeriat, tarîkat, hakikat, tarîkat silsilesi, ahlâk-ı hamîde ve zemîme, âdab, erkân, gibi konular onun ele aldığı başlıca konulardandır. İslâm inancının temeli olan tevhid akidesi, bu özelliğinden dolayı hem diğer İslâmî ilimlerde hem de tasavvuf ilminde üzerinde titizlikle durulan bir konudur. Tevhid, tasavvufî eğitimin esası ve nihâyeti olarak görülmesi yönüyle sûfîler tarafından müstesna bir konumda değerlendirilmiştir. İnsanın yaratılmasındaki temel gaye olarak görülen tevhide ulaşmak düşüncesinden hareketle yaratılışın gayesine uygun yaşamayı hayatlarının temel kuralı olarak gören sûfîlerin, tevhidle ilgili düşünceleri ve tevhid kavramına getirdikleri yeni izahlar oldukça önemlidir. Bu öneme binâen teşekkül dönemi sûfîlerinin tevhid kavramı üzerinde durduğu, müellif sûfîlerin de bu konuyu eserlerinde ele aldıkları görülür. Tanınmış sûfîlerden Zünnûn el-Mısrî, Cüneyd-i Bağdâdî, Ebû Bekir Şiblî, Ebü’l-Hasan Bûşencî; müellif sûfîlerden kısaca el-Lümâ’ şeklinde adlandırılabilecek eserinde Serrâc, er-Risâle’de Kuşeyrî, Keşfü’l-mahcûb’da Hucvirî tevhid kavramı üzerinde duran sûfîlerden sadece birkaçıdır. Tarîkatlar dönemi sûfîlerinden Ahmed Şemseddin Marmaravî, tevhid kavramı üzerinde duran sûfîlerden biridir. O, tevhid konusuyla ilgili sınırlı izahat yaptığı Keşfü’l-esrâr ile Risâle-i tevhid adında müstakil bir risâle yazmanın yanında, bu çalışmanın konusu olan Câmiu’l-esrâr adlı eserinde tevhidin işlevleri üzerinde durmuştur. Ona göre Hak kapısının ilk anahtarı olması, nefsi emmârenin kalesini yıkıp viran etmesi, ahlâk-ı zemîmeyi arıtması, seyfullah gibi cenk meydanına girmesi, derdi dermana çevirmesi gibi hususlar tevhidin işlevlerinden sadece bir kaçıdır. Marmaravî, tevhid faslında, esasında diğer eserlerinde de zaman zaman temas ettiği tevhid düşüncesini bütüncül ve sembolik bir dille ortaya koymuştur. Bunu yaparken manzum olarak ele aldığı eserin genelinde olduğu gibi ilgili bölümde de şiirsel bir anlatım yolunu tercih etmiştir. Onun bu tercihi anlatımı akıcı hale getirdiği gibi meselenin anlaşılmasını da kolaylaştırmıştır. İslâm inancının temel akîdelerinin başında gelen, tasavvufî düşünce ve eğitimin temelini oluşturan ve hem anlatılması hem de anlaşılması zor gibi görünen tevhidi çeşitli soyut kavram ve somut nesnelere benzeterek açıklamıştır. Bu bağlamda Marmaravî tevhidi ilk söz, ilk anahtar, kapı, sağlam taş, sağlam kale, sâhipkıran, öncü birlik, Allah’ın kılıcı gibi somut cisimlere benzetir. Bunların yanında o, tevhidin affedilme sebebi, kötü düşünceleri iyiliğe tebdil edici; kötü ahlakı güzel ahlaka çevirici, tevbe yerine geçici, cansıza ebedi can katıcı, ölü kalbi diriltici, şirk hastalığını birlik devasına dönüştürücü, ahiret azabından kurtarıcı, şükür sebebi gibi soyut yönlerini ortaya koyar. Onun bu yolla, anlaşılması zor gibi görünen tevhid kavramını daha anlaşılır kılmaya çalıştığı açıktır.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
20

URKAÇ, Rumeysa, and Ali CANÇELİK. "Niyâzî-i Mısrî Dîvânında İnsan Tasavvuru." İlahiyat Akademi, June 12, 2023. http://dx.doi.org/10.52886/ilak.1203600.

Full text
Abstract:
17. yüzyıl Türk edebiyatının önde gelen mutasavvıf şairlerinden olan Niyâzî-i Mısrî, Halvetiyye tarikatının Mısriyye kolunun kurucusudur. Yaşadığı dönemden günümüze değin tasavvuf ehlinin öncülerinden olmuş, Dîvân’ı başta olmak üzere kaleme almış olduğu tüm eserleriyle Türk İslam Edebiyatı alanına büyük katkı sağlamıştır. Tasavvuf Edebiyatı çizgisinden ayrılmayan şair, başta Dîvân-ı İlâhiyât olmak üzere eserlerinin neredeyse tümünde tasavvuf düşüncelerine yer vermiştir.
 Çalışmamızın amacı, Niyâzî- Mısrî’nin şiirlerinde mündemiç olan insan tasavvurunu ortaya koymaktır. Tasavvufta insan, ahsen-i takvîm olması ve yeryüzü halifesi sırrına mazhar olarak Yüce Allah’ın tecellîlerini taşıması hasebiyle mükemmel bir varlıktır. İnsana atfedilen bu özellik geçmişte ve günümüzde tetkik konusu olmakla birlikte, birçok esere de konu olmuştur. O, âlemin tüm hakîkatlerini kendinde toplamıştır ve bu nedenle “küçük âlem” olarak anılmıştır. 
 Niyâzî-i Mısrî, İbnü’l-Arabî’nin tasavvuf görüşlerinden ziyadesiyle etkilenmiş, başta insan ve vahdet-i vücûd görüşleri olmak üzere birçok görüşünü onun görüşleri üzerine temellendirmiştir. Mamafih vahdet-i vücûd düşüncesinin en önemli figürü olan insanın âlemdeki yeri ve önemi üzerinde sıklıkla durmuş, tasavvufta insan ile birlikte tecellî, vahdet-kesret, seyr u sülûk, insân-ı kâmil, varlık mertebeleri, irfan, nefs, hayret gibi kavramlar da eserlerinin ana temalarından olmuştur. Onun benimsediği bu vahdet-i vücûd düşüncesine göre Allah’ın vücûdundan gayrı bir vücûd yoktur. Yüce Allah dışındaki tüm varlıkların varlığı mecazidir. O nedenle bu görüşü benimseyen her sûfi, manevi bir yolculuk olan seyr u sülûk ile kendi benliklerinden sıyrılarak tek vücûd sahibinin Allah olduğu hakîkatine erişmelidir. Bu yolculuk sayesinde Niyâzî-i Mısrî, insanın kendi nefsinde gizli olan ledün bilgisine de ulaşabileceğini savunur. Kâinatta vuku bulan bütün olaylar, Yüce Allah’ın ism-i şeriflerinin tezahürü neticesinde gerçekleşmiştir. Niyâzî-i Mısrî, Allah’ın isim ve sıfatlarının insanda tecellî etmesini ayna metaforu kullanarak açıklamıştır. Allah, isimlerini kainattaki varlıklar içerisinden insanda aksettirmiştir. Bundan ötürü tasavvufta insan, Yüce Allah’ın cemal sıfatını taşıyabilen yegâne varlık konumundadır. Bir tarikat piri olan şair, tasavvufun gerekli kıldığı halleri hayat düsturu edinmiş, ona göre yaşamış ve bu yaşantı neticesinde dünyanın ruhun zindanı olduğu kanısına varmıştır. Hakîki mutluluğa ise nefsini fena ederek maddi âlemden uzaklaşmak sûretiyle kavuşabileceğini savunmuştur. Ve bunun için nefsin mertebelerinin, manevi yolculuğa çıkılarak geçilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Niyâzî-i Mısri, insanı akıllı ve kâmil dereceye ulaşabilme kuvvetine sahip olmasından dolayı yaratılmış varlıklardan daha üstün kabul etmiştir. O, Yüce Allah’ın kendisine atfettiği değer neticesinde varlığın ve varlığının hakîkatini idrak edebilen insanı, bu dünyadaki amacını gerçekleştirmiş olarak nitelendirmiştir. 
 Niyâzî-i Mısrî’nin insan telakkisini idrak edebilme açısından hazırlanan ve eserlerinin ana temasını oluşturan vahdet-i vücûda ve binâenaleyh sıklıkla yer verdiği insan ve âdem kavramına yaklaşımı çözümlenmeye çalışılmış olan bu çalışma, aynı zamanda âlem-insan ilişkisi ve insân-ı kâmili anlama hususunda alana katkı sunmayı hedeflemektedir.
APA, Harvard, Vancouver, ISO, and other styles
We offer discounts on all premium plans for authors whose works are included in thematic literature selections. Contact us to get a unique promo code!

To the bibliography